20 Kasım 2011 Pazar

Dünyayı Değiştiremeyenler, Dünyalarını Değiştirirler

Sonra kadın öldü...

Kocasının görmediği gözler üzerindeyken paniğe kapılmasıyla, kayıtsızlığını aynı anda gördük gözlerinde. Kimseler ses etmedi...

Sessizce üstünü kapatmaya göze alacak kadar paniğe kapıldı herkes ve ölümle daha fazla anılmasın diye hayatları bağırarak hıçkırdılar sadece.

ÖLMEK fiili çekimlenirken hiç bu kadar kayıtsız olunmamıştı, sınırsız bencillik üzerine konumlandırılmamıştı belki de...



Celal Tan, karısını öldürdü ve öyle kayıtsızdı ki, paniğini farkedemedik hiç.
Nice ölümler gördük hiç bu kadar görmezden gelinmedi.

Ölmek üzere birinden, suçu üstlenmesi istenirken de, hayatta sadece kardeşi olan bir adam görmez gözleriyle cinayeti çözerken de, akşam yemeğinde maaile sofraya tünerken de, yaşlı anne balkondan atlarken de, sadece adı tutuyor diye gözünü kırpmadan hamile bir kadın sevgilisini bıçaklarken de ölümü ne kadar görmezden geldiğimizle yüzleştik bir çok şeyi hesaba katarak...

Onur Ünlü, ezber bozdu... Bu sefer kadın öldü ve yıkılmadı etrafındaki hiç kimse... O gizlice mektuplaştığı eş isimli sevgilisi bile bağıra çağıra şarkılar söyledi ardından, hedef şaşırttı, hesaba katılmayanın ruhu duymadan bir heykel gibi ölümle yüzleşti hiç haberi olmayan! Film icabı kahraman olan herkes o kadar sıradanmışçasına yaşadılar ki büyük sırlar üzerine kurulmuş haysiyetli hayatlarını, duyarlı olana "bi sus be!" dememek için zor tuttuk kendimizi. Hiçbir absürtlük fazla gelmedi, rahatsız etmedi... Trafik lambasından başka kimse bu kadar hesaplı tespitler yapıp stratejiler kurmadı... Yadırgamadık!

Her ölümlünün ardındaki sıradanlık biraz daha fazlaydı Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesinde... Ve biz anlayamadık film bittiğinde neye güldüğümüzü...

Ellerinden öperim Onur Ünlü... Budur!

14 Ekim 2011 Cuma

Kimler Doğdu Hayatımda Kimler Öldü

Bu bir deneme yazısıdır... "Sonra adam ölmüş..." diye başlamayan.. Kimlerin ne sebeple ölüp ölüp dirildiğini anlayama çalıştırılan cinsten. Misal ben, kimler için ölümü göze almaya niyetlenmişim kim bilir zamanı sürüklerken peşimden. Hani o dünyanın etrafında döndüğünü hissettiğin zamanlar vardı ya, her daim canının sıkıldığı, kimsenin seni anlamadığı zamanlar ... İlk gençlik, aşkla, meşkle, karşı cinsle tanışılan zamanlar, dünyanın senin etrafında dönmekten sıkılıp güneşi bulduğu zamanlar. 365 nefeslik soluklanmalar...



Stokları doldurduğum için mi bu yalnızlık primleri yoksa elimdeki tüm mavi boncukları sonsuz bir karanlık kıyuya fırlattığım için mi... Kimler için ölmüşüm, aslında yokmuşlar... Size de oldu mu? Oldu tabi, siz de bu dünyadansınız. Allah bilir kimlere ne anlamlar yüklediniz zamanı zaman sandığınız zamanlarda. Ne sıfatlarla kimleri yüceleştirdiniz ve sığmadı gelmiş geçmiş en zirveli sıradağlarınıza. (Saçmalıyor muyum? Bak sağ üst köşede kırmızı bir kutuda , şirincede bir çarpı işareti var.Çaktırmadan terketmenin en kestirme yolu, inan ruhum duymaz) Hani öyle ya, ben kendi cinsimden anlatayım ölüp dirildiklerimi, sen kendi cinsinden anla, hem belki aynı cinse mensubuzdur.Aman allahım ne şans! Sevinelim, el çırpışalım,aptalca danslarımızla bir topluluğa dahil olalım. Pardon ya ne diyordum... Sıfatlarla karşındakine farklı roller yazmaktan bahsediyorduk değil mi? Olmayan babanın yerine geçip, sana şefkat aşılatmalar, önce arkadaşım olmalı geyiğiyle dost sohbetleri yapmalar, (Ne diyorlardı erkeklerle çok iyi dost olduğunu söyleyen kızlara ? -Rus'a mı gidiyorsun, halısahada maç mı yapıyorsun, iddia kuponu mu yapıyorsun fElan ...) Sonsuz,sınırsız sevgi budalalığı, işte hepsi malesef aynı adamda vücut bulamıyor. Buna karşı cinslerim de katıldı değil mi? Hadi hepberaber gereksiz ve yerine ulaşmayan küfürler edelim, sonra da yumruklayarak omuzlarımızı sevinelim...

O değil de ben ne manasız anlamlar yüklemişim ömrüme kelimeleriyle sayısız okunmamış kitap imajı katan bu erkeklere. Ne çokları için ölmeyi göze almışım, isimleri tanıdık gelmiyor. En çok da bu koyuyor. Adlarını hatırlayamadığım insanlar var... Ve belli promosyonlarla hayatımda kampanyalara katılan. Hep mi böyleydim ben ya? Yok değildim...

Malum ki ismini hatırladıklarım da şuan beni hatırlamıyorlar. O noktada sonra öldüm mü ben yani? O da uyar.  Hımmm evet birazcıcık iyi kafam. Korkma bu akşam gelip çalmam kapını...Kimler doğdu, hayatımda kimler öldü, hiç birisi senin kadar öldürmedi.. :)



Neyse işte bu da böyle,aklıma esti, paylaşayım istedim. Bir bildiğim var ki öldürmüşüm ben bunca gereksiz teferruatı, hepsine yetecek nefes kalmamış bu dünyada malum nesli tükenen bunca canlı varken, bunlarla israf etmeye deymezmiş oksijen yoksunu dünyamı...

Hepinizin gözlerinizden öperim.Sağlıcakla kalınız, bu dünya ölmeye gelmez,söküp alıverir nefesinizi ümüğünüzden.

25 Haziran 2011 Cumartesi

Gardölabın arkasındaki koca bir hayatla ölmüş adam :)

Sonra adam ölmüş...

Doğduğu gün, doğumundan bu yana tüm meraklarını yatıştırdığı için ölmüş adam... Adama sorsan yetmezdi belki ama , binbir suratlı bir dünyaydı bence... Üstelik yüzde 70'i meraktantı yaradılışının...
Ve silerek yaşadı tüm hayatını. Hatırlamadan, sormadan , istemediği kimseyi yarınına taşımadan belki... Güzeldi herhalde ama öldü adam...

Ben öldürmek için bugünü bekledim. Doğduğu günü... 33 güzü ve 33 baharı geçirdikten sonra kendi dünyasında sessizce öldü adam. Revizyonlar vererek ekledi günleri birbirine ve kayboldu birdenbire...


Uzun zamandır biriktiriyorum da sözcüklerimi daha bir cümle olamadı bu ölüm... Bugün çocuk, yarın yaşamdan emekli bir adam ve belki kaşiflikle sarıldı dünyaya... 33 derken ki dudak büküşüyle kendiyle ilgili olmayan herşeyi ti'ye alabildi adam. Ak derken karalı bir revizyon görmekten korkarak yazıyorum inan (burada yazarın üzerinde baskı var, kaldırın ambargoları, devam...)

Bi yol üstü denizinde doğdu , balığıyla ve gün batımıyla meşhur bir kentin kendinle kalabilme çabasıydı o dönem yaşam. 80'li yıllarda çocuk olmayı dibine kadar yaşadı belki de adam. Bu dönemlerine dair çok da fikir yürütemeden geçiyor gözlerimden karıncalanmış bir ekran.

Ben çocuksuluğunu ömrüne yaymış olmasından gerek, koca bir adamın gülen çocuksu gözlerle tanıdım onu. Etiket biriktirip , maket oyuncaklar saklayarak,her filmin bir sahnesini hafızasına kazıyarak,Star Wars evrenler kurarak ve kıskandırarak yaşıtlarını büyüyemeden öldü adam ....

İçtenleştikçe güzelleşir gülüşü bu adamın, kimi zaman şahsına münasır bir beklentiyle biriktirdiğini düşünüyorum geleceğini kimi zaman da savrulup gittiğini her istasyonda durarak. Başının dikine, burnunun izine, keyfine keder, öylesine gidiyormuşçasına gider işte...Rakset rakset diye kıvrılarak öldürür yüzünü... Ama olsun adını Soykan koydum ben onun, soyuna kan versin bizim gibi kapıcı dairesinde ölmesin diye :)

Ben değişkenliklerini sevmiştim adamın. Uzun süre maruz kalıncaki endikasyonlarından korktuğum için belki çok dahil olmadım takvimine. Ama hep bir yenilik vardı yeni uyanmış japon balığı bakışlarında. İlk onda gördüğüm ya da kim yapar dediğim ne varsa bana da kanıtladığı için severim ben bu adamı... Cebinde kelimeler biriktirir ve çoğu zaman bekletir, değerlenceği bir satış anına... ÇAT diye çalınıverilir yüzünüze harfler, sendelersiniz ama zekice bulur ve kimbilir ne zamandır sakladığı bir gerçeği dışa vurarak rahatladığını düşünerek kendinizi önemsersiniz.

Bazı yanlarıyla kendime benzettiğim  adam öldü... Sevmesini bilemeyen ya da sevgiyi göstermenin gerekliliğine inanmayan, söylemeden anlaşılmayı bekleyen... Bizden güzel sözcükler duyarak sevgi göremeyeceğini bilen insanlarla çevrili hayatımız. Biz sevdiğini yerden yere vuranlardanız. (kimin yavrusuydu buna maruz kalanlar, deyişdeki özne bize mi mal edilir. Alınma diye söylemiyorum bak hiç :) )

Biriktirdiği ne varsa alengirli sunumlarla hayatından üfledi dinleyenlerine. sorgusuzca dinlesinler istedi ömrünce ve bu melodi hiç kimseye yabancı gelmedi...Hani herşeyini bana anlatacaktın annnemmm :)

Adam öldü ve şimdi kocanızın kullanmadığı silikon tabancasıyla bir halt edemeyeceksiniz efendim.

Adam , bir gün sevebileceğini farketmedi belki ama sıcacık bir poğaçaya gönül vererek öldü. Yine de ölmeden aşkla güzelleşebileceğini gördük bir adamın an be an.

Hep gün saydı , hep takvim tuttu, ömrünce bir ısırık elmaya yetişti ama yaşam denen şapşiğin bir application'ı yoktu ne yazık ki...

Bu ölüm sana hiç yakışmadı ama geçirdiğin 33 yazın kısmetine yağmur vuruyor cama bu Haziran akşamında ve ben malesef öldürürken anlatmak istedim sana tüm bunları...

Adam öldü ve çok protokollü bir tören yaptık ardından. Kocaman gözlükler taktılar taziye niyetine iki toplantı arasında cenazeye katılanlar. Sonra adam öldü , tüm sevip de içinde sakladıkları o gün anladı sevildiklerini...

Sevgini göster yavrummm, sevgini göster annemmm... Böyle mi konuştuk yavrum biz seninle :) Bizim oralarda bir laf vardır bak "aman diyene kılıç kalkmaz canım" ...

Sen yine de;
Öyle bakma çünkü...
Güzel bahçeli bir ilkokulun penceresinden dünyaya,
hayretihasret ve biraz da bayat bayram şekeri kederiyle bakan,
aklı CANBAZ,

yanağı al,
sesi çilek aroması
bir çocuk oturuyor gözlerinde...



Mutlu yaşlar olsun, soranlara hep dudaklarını uzatarak söyle bu yıl yaşını, ölüm için erken ama bazı şeyleri farketmek için geç bir yaş olabilir unutma. Aklında farkedilmeyi bekleyen birşeyler varsa erteleme. Sev , sevil , seviş... Gardölabın arkasından çıkar hayatı... Çok yaşa Soykan, ben de göreyim :)

(Malesef okuyup da revizyon veremeyeceğin bir yerdesin... :)


27 Mayıs 2011 Cuma

Ölmek bile yakışıyor bazı adama...

Sonra adam ölmüş… Yollarına vurulduğu hayatının her virajında ayrı bir dünyaya bakabildiği için ölmüş. Co-pilotuna güvenemediği için , her yol üstü durağında saniyelerce rüzgara karşı şırıldadığı için ölmüş… Ama asıl gelişmiş tüm hayatların, değişen tüm standartların içinde eksik kalan ivmelerini anımsayarak vazgeçmiş kendinden ve ekşiyen lüferlerden...


Sevgileri yarınlara bıraktı, çekingen tutuk saygılı, bütün yakınları onu yanlış tanıdı…
Tanımadığı birine karşılıklı güvenle çıkılmış bir şehirlerarası yolculukta belalar edindi başucuna. Sebepsiz sandığı bir bedevilikle sabahın ilk ışıklarıyla patladı lastik ve bekar bir lastikçi bulduğu için şanslıydı adam... Merakla bakan bir kadınla, yormadan, kırmadan, yol boyunca karşılıklı alışılagelmemiş kayboldular birdirlerinde, sebepsiz, zamansız, anlamsız bir güvenle taşındı saatler süren yolculuk. Ve farketti kadın, aslında nasıl da güvene aç olduğunu...
Biriktirmişliklerini serdi adam farkında olmadan belki de rahatça, sorgulamadan ve tazelenmesini kutladı vücuda yasaklı endikasyonlu keyiflerle... Yol bir susma biçimiydi ama konuşmak içindi bu yolculuk. Ve dökme zamanıydı eteğindeki tüm taşları ekoselendirilmiş yıllardan...
Adam öldü ve içinde kaldı yaşayamadıkları. Bir merhabayı eksiltir gibiydi gözümde cenazedeki herkes...  Ve boşuna yer kaplamaktaydı yıllarını çentikleyen birileri. Eksileriyle artılarını sorguladı çok çok ama adamın bende yarattığı yalın bir masal kadar anlamlı ve sıcaktı...
Benim her görüşmeye taşıdığım kandırılmaya gönüllü bir gönülle , şekersiz çaylarımıza sigaralar iliştirdik, izmaritini paylaştığımız... Ve karşımda gözler gördüm aynı yaşanmışlara ayarlı. Farkettim ki tüm merasimlerini gömdüm, ömrümde ne kadar reklam amaçlı takvim varsa, sponsorsuz keyifler keşfettim yorgun mavi gözlerinde... Ben böyle sessizce huzurlu anlar tatmadım...
Keşfettikçe keyif verdi ekşiliklerden kaçışı, can eriğin ekşisinde hayatın tadını bulmuşçasına mutlandığı, deli dolu, uçarı kaçarı ama illaki samimiydi yaptıkları. Sonra adam öldü ve kaybolsun istemedim hiç...

Biz ne zaman içsek,
İç değilizdir aslında.
Dışımızda bronz bir akşam sözcüğü,
Çırıl bir efkar sözcüğü
Delikanlı kıvamında sevda değilse de
Tabansız sevişmelerdeki el değmemiş pişmanlık
Biz ne zaman içsek,
iç değilizdir aslında.

Bu alkol ikindisi şiirle
Şimdi burda açılsaydın
Adımın baş harfi gibi
Belki ağustos kokardı ağustos
Sen,
Fikrini ipotek etmiş kiralık sevdalara
Senine boyuna sevilmiş sen
Yalanı sevdasından büyük sen
Bir bil-sen.

18 Şubat 2011 Cuma

Keser Dönmüş Sap Dönmüş Gün Gelmiş Adam Ölmüş

Sonda adam ölmüş...
Keserle ,sapla, taşla , sapanla bir A+  AVM'nin yürüyen merdiveninde öldü adam. "Yaz arkadaşım! Bir AVM'de 6 saati nasıl geçirdim? " filmi çekimlerinde fazlaca gıdıklayan kredi kartı limitlerini tüketircesine öldü ...

Promosyonlarla alternatiflendirdi adam ve hiç bir link kuramadı ölümüne. Sessizce gömüldü ünlülerin uğrak mekanı Zincirlikuyu'da. Neydi adı? Can...İşte her canlı o ölümü tadacaktı ama hiç bir akış çalışılmamıştı bu cenaze cemiyetine... Ne Hıncal Uluç yazdı ölümünün perde arkasını ne de TGRT Haber'in o yorgun sesli spikeri seslendirdi.  Oysa organizasyon bu adamın işiydi. Farklı paketlerle makul çözümler buldu adam. Limonatayla ucuz tatlı kurabiyenin buluşması kadar da kokteylliydi hayatı ama öldü...Ve mezar taşı üçüncü partiler tarafından faturalnadırıldı geçmiş aya...

Küçük küçük kukiler , bi parmak püsküüt kadar ufak bir yaşamdı onunki. İlk gençlik yıllarında hiç sevmedi aşk tesadüfleri ve katletti batak masalarında bir baltayı sapsız bırakarak... ki o sene, Tarkan'ın aynalara küsmüş yavuklusuna kıl olduğu seneydi ve fazlasıyla kıl olunası bir abiydi  ...

Gece hayatı Parsellere hapsolan , Allahım danssss nidalarıyla şaha kalkan gömlek yakalarıyla ortama cikslik katan adam öldü... Aramadığı yer kalmadı adamın sabahtan yatana kadar ve sebepsizce kayboldu check listlerin girdabında.Ki o sene teyzelerin bile telefonunu apaçi müziği ile çaldırdığı sene ki o sene minnaaaağııımmmm diye nağralar attığım seneydi.

Buldukça kaybetti gelen her türlü dişiyi de , geri dönüşlerle tüketti gelmişini , geçmini... Yalnızlıkla kaybetti anahtarlığındaki insan icadını da bulamadı o anahtarlığı sokacak bir hububat. Aylarca aynı sunuma bir iki kelam ekleyerek ve farklı farklı kaydederek katletti mesaileştirdiği anlarını... Yine de özlenmeyecek gibi değil , ölünün ardından bakmak hiç bu kadar gülünç gelmemişti oysa :) Kasınca şunu bunu öldürmeli diye çıkmıyor kelimeler klavyenin tıkırtılarından.Olsun yine de yok hiç sitemim, hayatta herşeyyyy kısmettttt :)

Adam öldü ve fonda bilgisayarımın uğultusu , film şeridi gibi geçti ömrü gözlerinin önünden...




Öldü öldü... yüzü öldü adamın. sultana layık değil :)
Oldu mu Minnağım? Mutlu musun artık :))))

5 Şubat 2011 Cumartesi

Beraberinde Öldürerek Gitmiş Adam...

Sonra adam ölmüş...
"İstemiyorum artık" diye dürüst açılımlar getirerek üstelik....
Adam ölünce kadın , uzun bir yolculukla gitmiş zamanda...
zaman zaman uğrayarak bazı yol üstü lokantalarına kanata kanata katetmiş kilometreleri
ve ulaşamamış bir daha hiç adamın yarınına...












Adam ölmüş....
ve kadın yıllardır faili meçhul bir ölüme ağlamış ...

2 Şubat 2011 Çarşamba

Uyanmak İçin Uyurken Ölmüş Adam

Yorgunluktan ölmüş adam, yaşça küçülterek aktivasyonlarını ve genişleterek platformlarını yorgunca bir gece ansızın...


Biletix'i konser duyurularından haberdar olmak dışında da kullanmanın tadına varırken , sporla iç içe bir hafta geçirmenin verdiği enerjinin girdabında kaybolarak , her sayıda potadan hayatının geçtiğini hayal ettiği terden sırılsıklam vücutlarda boğulmuş adam...

Uzaktan uzun boylu insanları sevmekle olmadığını , yeni bir açılımla basketbol maçlarında yaklaşmanın samimeytindeyken farketmiş de gözlerinin altındaki mor çemberlerle ehlileşmiş zaman zaman... Yolculuklar esnasında, reklam aralarında, oyuncu değişikliklerinde ne kadar rüyaysa yaşanan, işte zaten o kadar gerçekmiş...

Uykusuz gecelerden , eğlenceli faaliyetler arayışındayken , hep sevimliyken, hem cana yakınken , sırf kendinden sıkıldığı için ölmüş ve sevmemiş bu hallerini . Yalnızlığını özlemiş adam, TV karşısında yemek yemeyi , kapıyı anahtarla açmayı , kumandanın hakimiyetini özlemiş ... Yatağının sol tarafındaki soğukluğu , bulaşıkların dağ gibi oluşunu, sıkıntıdan milleti arayıp saatlerce telefonda kalmayı , internetten abuk sabuk insanlarla chat yapmayı , kandırmayı ,kandırılmayı ama mümkünse tüm iletişimlerin sanal olduğu bilincini taşımayı , sakince geçirdiği yalnız akşamları özlemiş adam...

Ne kadar da sıkılgan yaşananlar, bir diğerine sahipken nankörce olmayanı istemek ve sahip olduğunda ondan da vazgeçip eskisine dönmek kısırlığında. Tüm bu insanların yaşadığı saçmalığa düşebilmenin sıradanşığıyla nefret kusmuş kendine... Dünden bugüne ... Ne kadar da çabuk değişiyor olanlar, bitenler, gelenler, kalanlar ve gidenler diye şarkılar tutturmuş öznelerini uydurarak. Ama asaletle özlemiş yalnız kalınca istediği insanla transa geçip sohbetler etmeyi... Delirmiş mi , yoksa doğum lekesi miymiş deliliği kimsenin umursamadığı bir şekilde boşver gitmiş kendini...

Yorulmuş adam , bir oğlanın peşinde yalpanırken ve vazgeçmiş 40 yaşında çıtır sevgili fantazilerinden ... Henüz 40 bile olmamışken , gencecik yaşında yorgunluktan ölmüş adam...

Uyanmak için uyuyan insanların kervanında , ponponlu at gözlükleriyle bakmaya başladığı gün itibariyle hayat, kuramadığı cümleler yedirmiş adama tıka basa, ve inanamayacağı kadar çok kusturmuş bu haliyet-i ruhiye.

7 Ocak 2011 Cuma

Sonra Kardan Adam Ölmüş...

Malum yeni yıl, yeni coşkular, kendimizi kaybedip etrafı bir bayram havasıyla yaşamak hengamesiyle bir yerlerde tökezleyip , "aman felsefeme aykırı" dediğimiz popüler kültürün ağına takılıp kalıyoruz işte... Bir anda umutlanıyoruz değil mi? bir anda bin tane hayal kuruyoruz lise dönemi ergen kız edasıyla ismimizi 3 günlük sevgilimizin soyadıyla tamamlamayı denemek gibi :) Tamam hepimiz yaptık. Kimse inkar etmesin şimdi... Ama konumuz o değil. Koskoca kardan adam ölmüş. Hani şu eldivenlerinin üzerine kardan bir kalıp kaplar vaziyette bir avuç karı biriktirip koca kafalı yaratığı sanki dünyada ilk sen yapmışsın gibi boynuna sarıldığımız , gururlandığımız... İşte o öldü... Hani o burnuna evden havuç getirip taktığın, kömürle gözlerini yaptığın... Öldü işte... Bi kere kar yağmadı , hammadde eksikliği yaşadık ... Sonra kömürün adını işçilerinin öldüğü haberlerde duyar olduk yalnızca ... Sadece koklayarak yaşamazdı herhalde , havucunda kenarlarını yiyip , cücüğünün keyfine vardık....

Küresel ısınmadan mıdır nedir, komşunun denizi donarken bize kar tanesi düşmedi ama bu çocuk sevdadan vazgeçmedik yine de... Karın spreyini icat eden öngörülü insanoğlu sayesinde duvarlara, camlara, ve bilumum maddeye kardan adamlar yaptık fıstırtarak. (Erzurum kış olimpiyatlarında da kullansalar ya şu fıştırık icadını...)



Benim kardan adamım hepsinden farklıydı... İçimden onu öyle yaşatmak istedim ama umutsuzca öldü o da. Pedagogları tvlerde gördükçe öğrendik yaptığımız resimlerde ruh dünyamızı yansıttığımızı ya bittikten sonra bilinçle baktım ona. Benim ikibinonbirimin kardan adamı bildiğin bağdaş kurmuş, elinde saz , büzük dudaklı ve üstelik kurşunu alnından yemiş bir kardan adamdı. Nasıl bir ruh haliyse artık , bildiğin Tarkan'dan şarkılar söyleyerek yaptım ben bu adamı yahu.... Hani deriz ya hep bi adam olsa baştan yaratsam diye. Hayalimdeki adam bu mu yani , türkü barda en içli türkülerle yüreğimi dağlarken  etnik bir atışma neticesinde kaşlarının arasından vurulup, son sözlerinde “ben o şelale saçlara , o ay o  hilal kaşlara ...” diye sazını tıngırdatan... Baya ezikmişim ben yahu :P

Hayır soğuktan olmaz ki bu adam, kardan olur... Her türlü olmayan kardan yazında yapılabilir bu melet. Sadece kışın sarıp sarmaladığın üstelik buz gibi bir adamdı ... Donarak öldü ... Oysa yazın da başka alanlarda kullanılabilirdi nitekim , Biz kardan adamın , yaratıcı , çalışkan milletine faydalı olanı severiz...



Gelen mıncıkladı , giden mıncıkladı sonunda öldü adam... Kardan adam! Eridi gitti göz göre göre... Fıştırığında ömrü kısaydı nitekim. Hiçbir insan icadı ömürlük değildi neticede. Şimdi yakamda vesikalık fotoğrafıyla, kendi yarattığım bu melankolik yaratığı kendim öldürdüm... Neticede kalan sağlar bizimdir, yenilenir, tazelenirim , yeni olan her bir şeyin ömrüme tecrübeler katarak birikmesini dilerim  :)