7 Ekim 2012 Pazar

Olur öyle ...

Sonra adam ölmüş...
Bir çene düşmüş yeraltından...
Bir dudağı Bahçelievler'de bir dudağı Tuzla'da.
Görenlerin burunları tutulmuş,
bir dere varmış ordu'da yukarı akan, dağıtmış bütün tavukları.
Civcivler iki kere yikanmis ayni derede ve uğursuzluk getirmiş bütün menekşelere,
Sarı bir tramvay girmiş turnikeden ama kartın limiti bitmiş arkadaki vagon geçememiş Üsküdar'dan karşı kıyıya...
Ellerinde atkıları, çantalarında kızarmış patlıcan uzun uzadıya serilmişler Süheyla Operasi'na...
Önlerinden çocuklar geçmiş yaşları 42 ila 57 arasında değişen,
devam etmişler kürekle toz şekeri atmaya tabutun etrafina,
Mavi ışıklar gelen bütün evlerden merakla çıkılmış iğde ağacına,
Ihlamur kokmuş bütün mısır unuyla kızaran balıklar,
yanına mor bir salata yapmışlar,
inceden tıngırdatılmış bütün Metin Milli şarkıları ters dönmüş bir bıçak bileyiciyle,
Ah levye....
Keretalar sıkıştırılmış bağcıklarını açmaya kıyamadığı takunyalara
Ve bir gün prenses bulmuş kurbasını,
Öpse havuç olur muymuş bu tarlalar,
Sırf üzülmesin diye tavşanlar alıp kristal ayakkabısını, sarkıtıp kaçmış saçlarını....


Öldüklerinde yalnız lanet miras bırakanlar...

İşi öldürmek olanlar var bir de...
yeni dönem Deli Yürek doğumlu mafyotik tetikcilerden bahsetmiyorum...
İnsan öldürüyor ama katil değil,ucuz bir saray hizmetlisi ama hünkar bile korkuyor ondan,adam can alıyor ama seviyor işini... Kimdir bu?
Ferman çıkmadıkça padişahtan, günah gelmez cellattan...

Cellatlar, bir dönemin kanuni adam öldürücüleri... Mezar taşları boş olanlar, öldüklerinde sadece lanet miras eden cellatlar...



Cellat çeşmesinde kanı temizlenmeyen, günahlarını hünkara devredenler... Vicdanıyla savaşan insanı lime lime etlerinden ayıran ve dahi derisini teninden soyup, omuzlarından sinir uçlarını cımbızla çeken, dişlerini söken,tuzlu sularla deriden ayrı eti dağlayan, acıması kalmamış, öldürürken hıncını çıkaran, fermanlarla söndürülen hayatının...
Cellatbaşı...

Eline kan bulasan, kendini arindiramayan....

Bir donemin can alıcılari, can acıtıcıları... Ve hic bir gun razı olmadı bu yaşanamamışlıklara şahit olan...

Yok mu saniyorsun artik,
 bir bombanin pimini cekerek ya da bir imza settirerek...
Hala razı mısın ondan?



- ne kadar da zamanı günler, Erk Acarer'den "cellatbaşı" için...

3 Ekim 2012 Çarşamba

Babaanneler ve dahi anneanneler öldü, sevgiyle öperim hepsini...

Benim hayatimda da bir zamanlar ne çok anneanne, ne de çok babaanne vardı... Benimkiler gercekten çoktular, çoğu öldü... Kalanların da dört bir yanını sitemler sardı. Ancak yüzümüzü gördükleri taktirde cennete gideceklerini düşüyorlar şu sıralarda, hepsi de cennetlik aslında...

Anneannem vardı mesela, 4 yaşıma kadar onunla yaşadım sayılabilir aslında, ah tabi bir de dedem... Onu hayatı boyunca yanından ayırmayan dedem, nasıl da aşıktı ona. Ama memnuniyetsizdi benim anneannem. Yüzü nadiren gülerdi, bir tek annem güldüğünde, ona karşı suçlu hissediyordu belliki kendini... O da öldü tabi ki... Anneanneme dair hatırladıklarım, ona has bir kokuydu sadece, annemi özlediğimde ağlamak için gizlendigim gardolabı, su bardağında dişleri, onun da üzüldüğünü anladığım bir gece, bir de altın kızları... Evet evet babam takmıştı o ismi anneannem, Fadime ve Emine teyzeye...

Fadime teyze yaşamının son günlerinde azıcık yitirmişti artık eskisi kadar baki olmayan aklını, daha 15'imde ahlaksız öğütler veriyordu bana. Ah azıcığını hatırlasam şu sıra, nasıl da işime yarayacak belki de... Neyse üçünün de dul kaldığı yıllardı benim ergenliğime denk gelen dönemler. Ne akıllar, ne tüyolar, ne edepsiz hayalleri vardı zamanında kendilerinin yapamadıkları, hepsini bana anlattılar, içimi rahatlatıyorlar henüz, bir bir yerine getirdim tüm hayallerini...

Aynı böyle zamanlardan biriydi, bir gece henüz dalmıştım ki daha, anneannem baskın niteliğiyle kuşanmış daldı kuzineyle ısıtılmış odama... Közleri kıvılcımlanıyordu hala... Çoçuklarini ve eşini aynı gece kaybetmişti anneannem, o zaman kendimi düşündüğüm için olsa gerek acıyamıyordum bile ona... Annemin gençliğinde oturdukları evde oturuyordu hala, gece ne gördüyse rüyasında odama gelmeden bahçe de aramış beni. Annem , dedemler uyudukları zaman arka bahçede babamla bulusurmuş gizli gizli, anneannem her gece uyanıp annemi eve alırmış sessizce söylene söylene, beni annem sanmış... Önce bahçeyi aramış, sonra yanıma gelip oturdu baş ucuma, gitme annem sen de dedi... Bir de o gece var işte anneannemden arta kalan... Onun benden çok içinin acıdığını hissettiğim...O kadar! Ben gitmeden bir tarafa, o da gitti çoçukları ve onu çok seven ak sakallı kocasının yanına...

Babaannem vardı bir de benim... Kara Emine derlerdi. Kısacık boyu, uzuuuuunnn beyaz saçları, çatık kaşları, esmer bir teni vardı... Ama sıcacıktı... Hükümet gibi kadındı, huysuzdu ama akıllıydı, çok güzel laf sokardı ama bir yolunu bulur gönül alırdı... Anneannem de babaannemde aynı yerde yaşıyordu ama biz önce hep babaanneme giderdik, hep babaannemde kalırdık. Annem öyle istediği için... Annem ben 16 yaşımda evlendim, annem yurtdışına gitti hemen, bir evin bir kızıydım ama bana babaannen annelik etti derdi. Bundandır belki de ben hep daha çok sevdim babaannemi... Kocaman bir ailesi vardı onun, bir sürü cocuklari, torunları... Hep yanındaylardı üstelik... Biz biraya geldiğimizde tavuklarla, hep o verirdi odasını bize. Yatağının başında bir dolap vardı, orada da top top kumaşlar, yemeniler bir de her sabahladığımız gece birimizin olan pembe deri ruj cantasi... Kimbilir neredendi, kimin hediyesiydi...

Babaannem uzun pazar kahvaltılarımızın lideriydi, bağ pikniklerinde çocuklara da çay verin diye bizi de düşünendi, ceviz zamanı bahçede taze cevizleri kabuklarından ayıklayan, kararan elleriyle bizi böoööö yapan , taze cevizle beyaz peynirin iyi gittigini öğreten kadındı, her düştüğümde " yine mi düştün damarı boklu" diye kızan kadındı, hep kaşıyla gözüyle birilerinin elini öptürendi, bir şeyi yemek için, " amma konuştunuz be, bakim tadı nebicim" derdi, çok az gülerdi, ama gülünce hepimiz gülerdik... gece yarısı kalkıp mıhlama yapandı, özel çorbasının tarifini tek bilendi, bana patlıcanı sevdirendi, ballandıra ballandıra yemek yiyip herkesin karnını acıktıran kadındı, bana sayısız öğüt verendi, " sen ayaklarının üzerinde durmak zorundasın, sakın utanacağın bir sey yapma" dün gibi aklımda hepsi... Üniversitedeyken beni arar, bi sesimi duyar kapatirken de mutlaka "öperim" derdi... Bir final gecem de öldü o da, cenazesini göremedim... Ama onu hep çoookk sevdim...

Nesime babane vardı bir de, bahçesinde mis kokulu fesleğenler besleyen, Sidiiiiikaaaaa vardı bir de, babaannem öyle seslenirdi ona... Cemile anneanne vardı, cici annemin annesi. Çok severdi beni, ben de onu severdim. Teyzem yoktu benim, yengem cici annem, Cemile anneanne de anneannem olmuştu. Bugün öldü o da, anneannemden daha cok üzüldüm...

Hatçe babaanne var mesela bi de, babaannemin eltisi, Elma Memet'in annesi. Sonra Nerman babaanne var, senin ağzına sıçarım ne gelmiyon kız diye sever beni:) onlara da gelecek ölüm, görebilir miyim bilmiyorum ama mekanı cennet olsun hepsinin...

Çokça kadınlar vardı benim hayatımda hepsinin adın ardına anneanne ya da babaanne diye sıfatlar eklediğim...
Ölümle ilk defa anneannesiyle ya da babaannesiyle tanışmış kişilere hep özenirim, layığıyla üzülebiliyor diye onlara... Ben çok derin yaralar almadım bu insanların göçlerinden, çok sıra gelmedi onlara... Düşündükçe çocuklaştım hatta, anmış oldum bu fırsatla, mutlaka öğrendiklerim oldu hepsinden, sevgiyle selamlıyorum şimdi hepsini, öperim...



1 Ekim 2012 Pazartesi

Adam ölmüş, şans getirmiş kadına...

Bu geceye kısmetmis, ne zamandır ölsün diye yazamadığım adamı öldürmek, bu sefer sevmekten öldürmüyorum, bu sefer gerçekten öldükten sonra ne farkeder kadının hayatında diye merak ediyorum...

E hadi başlayalım o zaman.
Sonra adam ölmüş... Adamın gömlek cebinde kopup saçılmış , turkuaz mavisi, nazar boncuğu süslemeli bir bileklik bulunmuş... Turistik pazarlarda şans bilekliği diye satılan, alana değil, armağan edilene şans getirdiği ancak adam öldügünde farkedilmis bir bileklik... Diğer ikisini kadına bırakarak ölmüş adam...

Akışına yaşıyormuş bırakılan hayatını adam, kim bilir kimlerden bırakılmışsa, tam da kalbinin altından yaralanmış, akışına bırakılan kadının akıntısında ölmüş bir gün adam, daha önce ölenlerle toplu bir cenaze töreni düzenlenmiş bu iki satıra sığdırılan dost sandığı eski bir tanıdığa. (tanımıyormuş aslında)

Sonra ne mi olmuş, kadın o iki bilekliği tamamlayacak bir diğerini bulmuş adı şans :) yepyeni bir heyecan duymuş daha önce tüm ölenlerin ardından olduğu gibi... Akışına gömülmüş adam da tüm eskiden ölenler gibi...

O kadar da uzun zaman geçmemesine rağmen kadın içindeki tüm hırçınlığı akıttığından mı, bu yeni heyecanın şarhoşluğundan mı bilinmez unutmuş bir tavşanın peşinde hızlıca yaşanamayanları, iyi ki de yaşanmamışları...

Adam ölmüş ve bir kısa mesajla bıraktığı vasiyetinde şans bırakmış kadına...