29 Kasım 2010 Pazartesi

Boyozun yanında sıcaktan sakinlemiş, haşlanmış ruhlar sunarak ölmüş adam...

Sonra adam ölmüş... Şehrin , anın, işleyişin, aşkın , uykusuzluğun , hengamenin , yavaşlığından ölmüş adam...

Yorgun yanaşmış uçak piste. Kanadından yağmurları bir bir sakince indirmesinden belliymiş indiğinde değişeceği şehirleşmişliğin... Bir şehri yavaş kılan neyse bu gökyüzünde durulmuştu sanki... Usulca inmişti işte... ne bir heyecan , ne bir koşturma öylece motoru durmadan bekleyişle soludu tüm yolcular. Hiçbir emniyet kemeri kliği yankılanmadı kulaklarda. Sakince hoşgeldiniiizzzz , iyi günleeeerrrr diye uzatıldı her son kelimenin son ünlüsü. Sakin sakin yavaşça. İğreti etti , gerdi , çarpası geldi adamın elinin tersiyle bagajdan yavaşça bilgisayarını alan öndeki kısa boylu , seyrek saçlı , üstelik kıllı kıllı göğsünü açarak 2 düğmeyle erkek hisseden adama...

Şehir öylece duruyordu , taksiciler kendi aralarında sohbet ediyordu , yakarak yıkarak , bütün İstanbul'u aşağılayarak... "Nereye yetişeceksin" anlamlı /anlamsız bakışlarıyla. Bu şehri yaşamış herkesin alışmışlığıyla... Sigarasındaki tütün bile yavaşça yanıyordu adamın çarşafının içinde. Bir izmarite varmak , sonuna varmakla hayatın , tadına varmakla alemin , keyfine varmakla anın , kendinle kalmakla , kalabalığa karışmak arzusuyla aynı uzaklıktaydı...

Sessizlikten , sakinlikten , huzurdan , dinginlikten , yavaşlıktan  öldü adam... amaçsızlığından öldü. Amaçladıklarının aciliyetinden , acele isteklerinden , işten , güçten , hengameden öldü adam...
Kısacık havaalanı yolunu pasaportsuz ,Pasaporta varana kadar, sakince sorguya alınarak , nereden geldiğinden aslında oralı olmadığından nerede kalacağını ne sebeple vardığını bu ıssız şehre her biri irdelendi gevrek gevrek susam tadında ... bir haşlanmış yumurta halini almıştı halk , boyozun yanında sıcaktan sakinlemiş haşlanmış ruhlar sunuyordu şehir adama... sessizce öldü adam. Konuşmanın ritimsizliğine takılarak ve uyumsuzlaşarak biraz da çıkamadı içinden duruverdi , susuverdi ve ölüverdi adam usulca...

Terk edilmişti şehir ve çift kişilik olduğu savunulan ve 5 kişiyle birleşilebilecek grupçana koskoca yatağa satmış ruhunu şeytana. (Baskı altındayım, Ezel'de Cengiz tribi yapıyorum. Ali ya da ya da Eyşan. İsimler net ama yüzler uçuşkan) O bir şehri barındıracak yatakta yalnız uyuduğu için ölmüş adam...

Şehrin yavaşlığına katlanamadığından, alışveriş merkezlerindeki kapalı mağazalardan , izlenmemiş film kalmamışlıktan, bol kolonlu sinema salonlarından , bir çift çorap alınabilecek iç çamaşırcı bulamamışlıktan , kordon boyu urganlanmışlık hayalinden , liseli aşıkların , kendini aşık sananların her gün geçtiği sahil boyunda yanındakiyle hatıralar kanatmak için çektirdiği fotoğrafların sahteliğinden , kendinden birçok yaş küçük olan sevimli yüzlerin gülümseyişliğinden , hatta bir cadde boyunca süregelen gelinlikçilerden bu şehirde evlenerek soluklandığını hissederek , ve manzarasını seyreyleyerek aynı restaurantın saatlerce... ölmüş adam... saatlerce ölmüş, sakinleştikçe , saflaştıkça , saydıkça, sakilikle, sakarlıkla , sarsaklığıyla ölmüş adam...

Öldüğünde yerleşmek üzere sözler vererek , o restaurantın üst katındaki camla kaplanmış evde , denizin kokusuyla ölmeye yeminler ederek...

1 yorum:

  1. bir takım elbiyeseye, bir güzel kokuya sattım ruhumu şeytana...
    ama ölmedim... :D

    YanıtlaSil