31 Aralık 2012 Pazartesi

Öl Artik 2012....

Sonra 2012 ölmüştü. Herkeste bir bayram havasi. Nasil bi mutluluk.... Canina yandigim sanki ertesi sabah uzay cagina uyanacagiz sevgililerimizin koynundan!

Bi dede vardi hani ben onu gördum gecen gun cok cool takilan bir meyhanenin camindan veda ederken dünyaya. Bulundugumuz yili sakalli ihtiyar bir dede,gelecek yili da çikin kundaginda bir bebe kodlamasi devam ediyormus meğer. Biz cok kendi kendimize kalmisiz farketmemisiz...

O degil de ne seneydi be! Yok benim hayatimda boyut degistirecek yeniliklere vesile olmadi da, yakindan tanik oldugum üzüntüler armagan etti. Benim icin 2011'den hic bir farki yoktu misal hatta 2010'dan... Ama bu yil bir türlü bitmedi arkadaş!
Aralik dedigin yasliligin son demleri gecmedi gitti! Ne sucu vardi halbuki her sabah uyanip kufurler yagdirdimdi kendisine, aşiri yuzdum mesela bu yil, bok doktoru olmaya da adayligimi koydum, yerleri yalasaymisim o zaman, oh olsaymis...

Yine hayatinin askini bulan, ardi ardina cocuk firtlatan, kariyerinin doruklarina ulasan arkadaslarim oldu... Ustelik hic biri ayni burctan degildi. Peki ne halt yemeye sabah izledigim astrolog teyze bu yil baliklar evlenecek dedi. Cok sacma! Baliklar baliklarla mi evlenecek misal? Cikamiyorum ben bu gezegenlerin yaptirdigi olayalarin icinden. Gecen gun kimsenin sinirinizi bozmasina izin vermeyin yazmis bana! Alooo her sey iznimle mi oluyor saniyorsun. Hani boyle ise yaramaz kiz arkadas destek cumleleri vardir ya "dusunmemeye calis" diye. Ne kadar sacma ustelik senin bilimsel bir yanin olduguna dair iddialarin da varken. Soylemeden gecemeyecegim biz neden merkurun adini bir tek geri giderken duyuyoruz? Bu melet düz gittiginde bi halta yaramis mi bunca sene? Bu paragrafin özeti; astroloji bi git allani seversen!

Neyse ki burada 2012 denen ak sakalli ustu basi yirtik kambur dedenin ölümü icin toplanmis bulunuyoruz.

Bu yil bana neler getirdi, benden neler goturdu kismini yilligima yazacagim, onun burada isi yok! Evet vakit bulamadigim ve anlatacak seylerim ancak yilda bir paragraf olusturdugundan yilda bir yaziyorum.

Bu yil hepimize saglik getirsin, mutluluk getirsin falan gibi sacma boyutlara gecmeyecegim. Zira soyut kavramlari hicbir zaman dilekten sayamiyorum. Bana bir faydasi var mi arkadas?

Kimse hasta olmasin, elindeki mutluluk kaynaklarini kaybetmesin o baska... Yeni yil herkese heyecan getirsin, bir de gülümseyen suratlar... Hani böyle agzini toplayamazsin ya bir turlu o cinsten bi siritma otursun yuzumuzde :) Hepimize olacak mi? Tabisi hayir. E ne anladim ben bundan simdi. Bir diRek tuttum sadece....

2012 sen de bi git artik, abin gelsin bebegim. Bi de allah boy versin pos versin... Guzel guzel gulusler, anlamli bir kac an versin.
Öperlerrrr

16 Aralık 2012 Pazar

O geldiginde, ben gitmis olacagim!

Ölüm her aklina geldiginde,
Ah edip, vah edip inleme
O geldigi zaman sen gitmis olacaksin...
Demisti ya üstat, ben o sayfalarca ÇİLE çektiren o kitabin en cok bu misralarina mihlamistim kalemimi.
Üzerini rengarenk fosforlu kalemlerle de cizdim, sevimli olamadi gozumde...

Uzerine bu kadar laflar tukettigim, oldurmekten beter ettigim, arkasindan ah vah diye inledigim her ne varsa, her kim varsa , bir gun hepsinden gitmis olacagim halbuki...

Hadi itiraf et okur, sen de kendi cenazeni gormek icin yanip tutusuyorsun di mi? Misal ben Tesfikiye'den defnedilmeyecegim kesin ama isterdim, rayban sponsorlu falan degil, bildigin sessizce aglamali,kameralardan uzak, ama zor... Herkes koyunun yagmurlarinda yikansin tabi neticede.

Benim icin annecigimin yaninda bir mezar kazdiklarini soylemis miydim size? İnat edip 52 saat olmeyince yerime bir baskasini koydular. Ölü cok, toprak yok... Ama mezarimi gordum nihayetinde. Orayi da kaptirdik simid, neresine gomerler acaba beni annemin...

Ölüm bu sehr-i istanbul'da olacaksa mesela, nasil defnedecekler beni... Bi dunya cenaze araci, belediye, masraf...

Konu bu degil, konu da yok zaten...
Aklima gelesiye yaziyorum soguktan buzusen beynimle, misal dogalgaz faturasi bile olduresiye bir darbe son gunlerde...

Senin icin ölürüm dedigim kim varsa, ölmedim hicbiri icin ben... Ne diye ölecekmisim hem! Böbregimi veririm, kan veririm yasamsal faaliyetimi sekteye ugratmayacak bilimum ic organimi veririm de onlarin hicbirine nefesimi veremem misal... Bir seferinde denemistim ben bunu...
Bir bayram gunu sirf aramadi beni diye tum cocukluk ve astimli hallerimle nefesim tikandi aglarken, aldim nefesi, veremedim... Evde bir panik havasi apar topar acile, yolda da kesik kesik, icimde bir nefes birikintisi, birine vermem lazim sanki.. Sakinlestirici serumlar, kevgire donmus bi vucut indeksi hep iniste... Donuste evinin isiklari yanik gorunce bir aglama nobetiyle devam eden seruvenim amcandan gelen yilin kufuruyle son bulmustu... Ona bile verememistim dusun...

Simdi hic ses cikmiyor, öldü mü acaba lan diye düsünmekten alamiyorken kendimi allah razi olsun vatsapi yaratan zihniyetten... Son gorulme saati bugunu gosterirken halbuki hic bir canli ölümü tatmamistir degil mi, peki neden giripte dünya sacmasi mesajlarindan birini yazmiyor "butun suc calar saatini kurmayi unutan genel kurmaylardaydi daydaydiday dom" diye...

Bazi insanlar ölmüyor da seni öldürüyor soyut dünyasinda. O zaman ruhuna bir fatiha sesi bile gelmiyorken hala tüm yildonumlerin kutlansin istiyorsun,cenazeni bile gormedigin halde yasarken ölmusken...

Pireyle yaktigim tum yorganlar ,bi kasik suda tusunami yarattigim bogulmalar adina, öldürmeyen allah öldürmüyor iste...

5 Aralık 2012 Çarşamba

Yol bir ölme bicimidir!

Bu satirlari sizlere Levent - Besiktas minibusunden yaziyorum ve sanirim yanlis minibuse bindim:( her sey tamam da bu yol konusunu halledemeyecegim sanirim. Sabah 7'de kalkmak diye bir eylem eklendi ki literaturume ben bundan hic hosnut degilim. Minibus jest mimikleri var misal. Durterek öldurduler beni. Beni beni bihteri!

Gayet markete gitmek gibi kullandigim bu minnos eylemi ise gitmek diye sacma sapan bir formata cevirdigi icin sabah kalkislari bir cinayettir ve evet yol bir ölme bicimidir.

Kadin öldü ve mevlutunu bir plazanin bodrum katinda okuttular, bir helva kavurani dahi yoktu ki sirf bu yuzden karayollarina akide sekeri sepelediler.

Boyleyken boyle, oteki dunyaya bir kisi uzatir misiniz lutfeeenn! (dürtüşmek) Zincirlikuyu'da ineyim en iyisi ben...


29 Kasım 2012 Perşembe

Gittikçe Ölüyorum...





Sonra kadın ölmüş...
Bebeği sağ olsun diye başlayan bir zorlu maratonun tüm yol üstü molalarını içine çeke çeke,
Çamlıca'da uydurma bir mezarlık setinde,
Kızılcahamam'da sigara içilmeyen bir otel odasının camında Ocak ayında titreye titreye ,
23 Nisan'da 1500 çocukla çocuk fikrinden soğuduğunda,
Strafor ve kurubuzun ne demek olduğunu anladığında,
dondurmayla bir hayat kurduğunda,
Temmuzun sıcağında İzmir'de sandaletleri eridiğinde,
Sabahın 4'ünde sahne için podyum aradığında,
3 günü Uludağ'da geçirip kar görmediğinde,
Elinde telsiz uykusuzluktan düşüp bayıldığında,
sabaha kadar bahçede çalışıp kendini İstanbul'un en keyifli kafesinde olduğuna inandırdığında,
bitmeyen toplantılarda,
asla tamamlanamayan toplantı notlarında,
Okan Bayülgen'den hayatının hakaretini işittiğinde,
aksiyon planlarında boğulduğunda,
keser döndüğünde, sap döndüğünde,
gün gelip adam öldüğünde,
onay beklerken uyuyakaldığında,
hiç hissetmedi de ölümü...

Giderken öldü işte...
Tüm bunların yanındaki güzellikleri de mezarına gömdüler mirası diye...

Ben giderken en çok,
durup dururken şarkılar patlatmayı,
Bir assolist edasıyla tefondan mikrofon yapıp kırıtmalarımızı,
üşenmeden helvalar kavurmayı,
her ay için Elle'e kapak olacak pozlar vermeyi,
asabiyetten çıldırıp çığlıklar savurduğumda kimsenin gıkının çıkmayacak kadar içime işlemiş insanları,
sevgi arsızlığımı, rahatca birinin beni kucaklamasını isteyerek gözünüze gözünüze bakmayı,
hiç çekinmeden sizden sıkıldım ulann! diye bağırmayı
selonun sakız çiğnemesini,
gamzenin mırıldanarak mail okumasını,
özgenin bi mail atıp gelmesini, ekleyeceklerimiz için aksiyon planını göndermesini,
ayçanın her gün bir şeye inanamamasını
tuğbanın döviz kurlarını
ebrunun bombişlerini
duygunun topuk tıkırtılarını
gizemin kro kro şarkılar dinlemesini
temel abinin sigara içerken farkında olmadan benimle halay çekmesini
tolganın bir twitter fenomeni olma azmini
ardanın soracak sorularını
gülşahın seni sevmiyorum dediğimdeki triplerini
ebru ve songülün bol ünlemli maillerini
nurdan ablanın bardaklarımı götürmediğim için bağırmasını
asiyenin noel anne edasıyla çöp poşetini sırtına vurmasını
merdoooo diye bağırmayı
sevginin proje kodlarını
turgutun pırays kardlarını
emrenin kelime oyunlarını
selinin asla kalkmadığı koltuğunu
ışılın Nihat Odabaşı misali Elle pozları verdirtmesini
koşup koşup soydana kocaman sarılmayı
ve anlatmaya günümün, sözümün yetmeyeceği bir sürü şeyi özlerim...

Ben geldiğimde hiç bu kadar kalıcı olacağımı düşünmemiştim, şimdi gitmenin bu kadar içime işleyeceğini hiç...
Uzun yıllar ikametkahım olmanın verdği evim, sonradan edindiğim ve seçerek ömrüme ait hissettiğim canım ailem, minnaklarım, sizi çok seviyorum...

Beni hep özleyin tamam mı? Ziyarete geldiğimde bi "aaaa hoşgeldin" diye çığlık atıp, sonra işinize dönmeyin, kimseyi yerime koymayın, her adım geçtiğinde biriniz arayın, mesaj atın... Sakın beni yalnız bırakmayın. Biliyorum bencilce, ama hangimiz değil ki, çok sevin ulan beni! Çok özleyin...
Çok seviyorum hepinizi, sizden gittiğim yok sadece biraz değişiklik lazım bünyeye. Değişip tokuşup aynı kalacağım... Söz... Çok özleyeceğim sizi, çokça sırnaşacağım yine :)

Kahvaltınıza dikkat edin, hergün zeytinli açmayla olmaz, proje kodlarını yanlış açmayın, gelen DO'ları unutmayın, ceviz ağacıma iyi bakın, arada Özge'yi dürtün, mübarek helva günlerini hatırlatın, yine yaparım, akşam üzeri bi sanat müziği açıp bağıra bağıra şarkılar söyleyin, toplantı odalarında sigara içmeyin, Bono'ya bir dil daha öğretin, depodan fazla malzeme gelirse benimkini de ayırın, arasıra bibirinize masaj yapın, kimseyi dürterek konuşmayın, yanyanayken bağırmayın, Soydan'a sigara verin, arada yolunuz evimin önünden geçerse seslenin, geçmezse geçirmeye çalışın, anahtarınız var, unutmayın...



Yerim,

22 Kasım 2012 Perşembe

Çığlıklar Atıyor Kendini Bilmez İç Sesler Korosu

Ben hep güzel insanlarla karşılaştım ömrü hayatım boyunca, ya da kötü olan her şeyi unuttuğum için öyle sanıyorum. Evet bu başka bir zaman detaylıca dokunacağım bir konu, ben kötü olayları, insanları farkında olmadan hafızamdan siliyorum. Ama şuan konumuz bu değil, konumuz ne onu da bilmiyorum...

"Gitmek" olsun mesela illa bir konuya bir isim takılacaksa... Giderken yanında götüremediklerin olsun....
Ben ne zaman gitsem, ki bunu çok az yapabildim ve hep bıraktığım tarafıyla ilgilenirim bu gidişin. Neyle karşılaşacağım tarafı ise tamamen karşılaştıklarımdan gidene kadar bahsi açılmaz bir sır olur, merak da etmem. Benim en vazgeçemediğim bıraktıklarım, nasıl özleyeceğim, neleri özleyeceğim, nasıl anacağım, bir kucak dolusu her dakika sarılamayacağım...

Benim için gitmek, yarım bırakmak demek bundan sonra yaşanacakları ya da boyut değiştirmesine bile isteye razı gelmek.

Her giden daha özler, daha uzaktır ve daha muhtaçtır diye belki gidene daha bir şefkat pompalıyorum elimde olmadan. Belki herkes benden gitti bu zamana kadar, ben hiç gidememiş olmanın acemiliğini yaşıyorum.

Kararlar veriyoruz ve kararlarımızın ardında duruyoruz insan olmanın verdiği düşünce sistemiyle ve arkasında durmak her zaman deyimin anlamındaki "kapı gibi" kadar güçlü olamıyor. Korkular barındırıyor, özlemler, sonra her şeyin eskisi gibi olamayacağını düşünmeler, belki kıskançlıklar saçma sapan, biriktire biriktire büküyor belini yol boyu...

Yol bir susma biçimiyse, içimde ne diye çığlıklar atıyor bazı kendini bilmez iç sesler korosu?

Bugün böyle...
İçimde bitmek bilmeyen bir "dürtseler ağlarım" psikolojisi , üstelik görünen o ki, dünya kadar sebebim var!

19 Kasım 2012 Pazartesi

Beni Köyümün Yağmurlarında Yıkasınlar, Tabutuma da Mümkünse Gelinlik Serin :)

Haftasonu yine en yakın arkadaşlarımdan birinin düğün koşturmacasında yitirdim bu zamana kadar biriktirdiğim tüm bekarlık anılarımı... Abi yapıyorum ediyorum, adamın yanında çılgın, aile toplantılarında hanımhanımcık olmayı beceriyorum da bir tek bu zıvanadan çıkma hallerime gem vuramıyorum...

Son zamanlarda bütün arkadaşlarım evleniyor, bi kısmı boşandı, hatta ikinci çocuğunu doğranlar var. Ben anlamıyorum ki bir benim hayatım mı stabil. Hayır evlilik manyağı değilim (son yazdığım bir kaç şeyden böyle anlaşıldıysa hemen zihinleri temizleyin) sadece etrafımdaki insanları evlendirmekten bezdim. Evlenenden değil, etraflarındakilerden...

- Seninkinde dev içerim , - kızım senin düğünde fena dağıtırız, - senin düğünü de burada yapalım, - varrrr yaaa sen ne düğün yaparsın, - eee canım sıra sana geldi artık, yok mu birileri? - organizasyoncu insanın düğünü de yıkılırrr diyen tüm sevdaşlarıma burdan sesleniyorum ki ben düğün müğün etmem arkadaş!

Yorulurum ben bi kere, bi de benim saçım bütün gün öyle kalıp gibi durmaz :) makyajım bozulur, rujumu yerim, gözlerimi kaşırım, bütün gün o bilmem kaç ökçe topukla dolaşamam! Beni yormayın arkadaşım! Domestiğin dibine vurmuş olabilirim ama hiç bir güç bana o pis kokulu kınayı yaktıramaz bi kere. Haaa illa yakılması gerekirse tüm cemiyet kıçına yaksınlar ama bana bulaşmasınlar. Misal beni kimden isteyecek bu zihni görgülü insan, sonra ne diye parmağıma yüzük takacağım için sülale boyu toplanıp samiyetsiz pozlar vereceğiz, sonra tıs tıs İsmail çiftetelli oynasın , Küçük Hanım göbek atsın diye ben ne halt yemeye kişi başı bilmem kaç yüz dolar verip yorgunluktan öleceğim ya...  (Bu arada Tıs Tıs İsmail ve Küçük Hanım gerçek kişilerdir ki kendilerini yolda görsem tanımam)

Geçiniz bunları sevgili dost eşrafı ben sizin kırmızı kurdale ile evden çıkaracağınız, her dk makas kesmedi, kapı açılmadı vs. diye köşe başı haraca bağlayacağınız türden bir adam bulmaya niyetli değilim.



Velasıl, özetlemek gerekirse beni sahnelere gömünüz sevgili okur, sıkılmaktan düğünde sahneye attım kendimi ki ilk defa sahnede dizlerim titredi, sesim de titremiş olabilir emin değilim. Bir de Sibel Can gibi tripler attım ki kameraları kapatın falan diye ... allah beni kahretmesin e mi? öleydim ve beni köyümün yağmurlarında yıkasaydınız daha mı iyiydi? Belki tabutuma gelinliğimi sererdiniz :) Bunu sevdim bak bu benim için yeterince dramatik....

Hadi bakalım, öperrrrlerrr

-Bu satırları yazarken ana konuyu atlamışım ya ben! Miniğimmm, allah bi yastıkta kocatsın :) -

14 Kasım 2012 Çarşamba

Domestikleşmekten de ölünür mü?


Eşyaların yerini değiştirsem biraz daha sıcak bir yuva olur mu evim diye düşünmekten başka bir şey düşünmeye fırsat bulamıyorum kaç gündür. Hayır daha ne kadar yuva sıcaklığı pompalayabilirim bekar evine? 10 yıldır yalnız yaşarım, 1 evim de dağınık pejmurde yarım yamalak olsundu di mi? ama yooookkk illa içerde bi maaile yaşıyoruz havası, misafire göre düzenlenmiş oturma grubu, aman misafirim ağzı kokulu yatmasın diye yedek diş fırçası, örme battaniyeler hava serinleyince üstüne almak için, erkekler için ayrı şampuan, fazladan banyo lifi, misafir tabak takımı, yalnızca misafir gelince yanacaklar ve yalnızken yanacaklar diye ayırdığım mumlar. (kendim için yaktıklarımın şaftı kayıyor, pejmurde bir görüntü vermek istemem) Hayır sanırsın ki misafirlerim de görümcem falan. Baya boş beleş bekar insanlar...



Ben sanırım bu hayatın insanı değilim cinconlar. Geçenlerde baya sesli sesli hayal kurdum. Çalışmasam ben yaa... diye başlayan. O değil de bütün hayallerimin ilk cümlesi bu olmaya başladı. Ki ben bunu gerçek sanarım diye korkmaktan alamıyorum kendimi. Neyse hayallerimize dönüyoruz.

Şimdi ben güya çalışmıyormuşum. (Güya burda olumsuzca inanmama gafletine sürüklüyor. O kelimeyi kullanmak istemiyorum. Çok gerçekmiş gibi etli butlu bir hayal bu.

Ben çalışmıyorum. Sabah kalkıp çayı demleyip, kocama kahvaltı hazırlıyorum. O kahvaltısını yaparken ben de yanında oturup çayımı içiyorum. Tebi kocama eşlik ediyorum :) Daha bütün gün benim, ne olacak adama iki dk kalkıp eşlik etsem... Vefakarım :) Sonra o gidiyor. Ben bi güzel yatağa geri dönüyorum. Yayıla yayıla uyuyorum ki uzun yıllardır sağ tarafı boş bir yatakta tek başıma yatmanın verdiği alışkanlıkla o yanımdayken rahat uyuyamıyorum . Sonra öğlene doğru kalkmaca, kızları aramaca. Tabi tüm dünya domestik bir rejimin etkisinde, kızlar da çalışmıyorlar. Bi yerde buluşup bi kahve seansı yapıyoruz. Oradan ufak tefek alışverişe... boş boş anlamsız gözlerle vitrin bakıyoruz. Çalışan ama iki dk acil bir iş için AVM'ye uğrayan işçi kesim de bize gıpta ve kıskançlıkla hatta hasetle bakıyor. Sonra kendi aralarında teselli etmek için binbir bahane uyduruyorlar, "yok yaa ben çalışmasam sıkıntıdan patlarım da, ne yapıcam bütün gün evde de, gündüz kuşağı televizyonda da bi şey yok" falan diye. Ezikler! Gündüz kuşağı televizyonu fazlaca eğlencelidir bir kere, hiç de sıkılmaya vaktin olmaz. Ohhh açarsın erken kalktıysan bi Doktorum seyreder, abuk sabuk bilgiler biriktirir alakasız muhabbetlerde satarsın. Sonra İzdivaç zamazingoları başlar ki ohooooo deyme keyfine, gülmekten yıkılır kalırsın. Peşine de bi tekrar dizisi bağlarsın , hoooopppp yemeği ocağa koy, kocan gelsin, yemektir falandır bakmışsın prime time olmuş...

O değil de benim domestiğin dibine vurduğum hayalim. Akşam görümceye yemeğe gitmek, eltinle gün yapmak falan. Anaaammmm ne dedikodular, ne corlar,  ne kazanlar devirmeler :)

Domestik darbeleri kafamdan alıp, ömrü billah bu minvalde takılasım var. Çok bilmiş beyaz yaka yaklaşımıylaa ayyyyy hiç de sıkılmazmışım gibi geliyor valla.
Kim ne derse desim evdeki kadın candır hacı! Ölüsü bile başkadır! Lokumdur lokummm!

13 Kasım 2012 Salı

İlk kez o gün ölmüştü :)

ondan sonra adam ölmüş. Adam önlüce kadın tabi ne yapsın Halkalı’da yaşayan annesinin yanına iki çocuğuyla beraber taşınmış. Küçük çocuk daha lise 2’ye gidiyomuş, dersleri çok iyiymiş ama babası ölünce tabi geçim sıkıntısıyla beraber pizzacıda part-time çalışmaya başlamış. Kadının annesi tabi zavallı kocasından gelen emekli maaşıyla geçinmeye çalışırken bir de kızı ve torunları onun eline bakar olmuş. Çocuk pizzacıda, annesi de temizlik işlerinde çalışmaya başlamış. Büyük kız üniversiteye hazırlanıyormuş ama tabi babası ölünce psikolojisi bozulmuş, dersleri asmış ve bir an önce evlenmek istemiş. Mahallede kasap’ın oğlu ufuk’la flört etmeye başlamış, 3 ay sonra da evlenmiş ama çocuk kızı çok dövüyormuş. Olayları duyan küçük çocuk benim ablamın psikolojisi bozukken bu adam benim ablamı nasıl dövebilir, biz sahipsiz miyiz ulan diyerek gitmiş adamın dükkanının kapısına dayanmış. Dükkan da kasap dükkanı olduğundan, eline satırı aldığı gibi eniştesini doğramış. Kocasını kaybeden, oğlunu mahpusa gönderen, kızı da dul kalan kadın iyicene kendinden geçmiş ve dayanamamış köye, dayısının yanına gitmiş…

(2008 - İlk adam ölmüş zırvalığını buldummmmm  :)

7 Ekim 2012 Pazar

Olur öyle ...

Sonra adam ölmüş...
Bir çene düşmüş yeraltından...
Bir dudağı Bahçelievler'de bir dudağı Tuzla'da.
Görenlerin burunları tutulmuş,
bir dere varmış ordu'da yukarı akan, dağıtmış bütün tavukları.
Civcivler iki kere yikanmis ayni derede ve uğursuzluk getirmiş bütün menekşelere,
Sarı bir tramvay girmiş turnikeden ama kartın limiti bitmiş arkadaki vagon geçememiş Üsküdar'dan karşı kıyıya...
Ellerinde atkıları, çantalarında kızarmış patlıcan uzun uzadıya serilmişler Süheyla Operasi'na...
Önlerinden çocuklar geçmiş yaşları 42 ila 57 arasında değişen,
devam etmişler kürekle toz şekeri atmaya tabutun etrafina,
Mavi ışıklar gelen bütün evlerden merakla çıkılmış iğde ağacına,
Ihlamur kokmuş bütün mısır unuyla kızaran balıklar,
yanına mor bir salata yapmışlar,
inceden tıngırdatılmış bütün Metin Milli şarkıları ters dönmüş bir bıçak bileyiciyle,
Ah levye....
Keretalar sıkıştırılmış bağcıklarını açmaya kıyamadığı takunyalara
Ve bir gün prenses bulmuş kurbasını,
Öpse havuç olur muymuş bu tarlalar,
Sırf üzülmesin diye tavşanlar alıp kristal ayakkabısını, sarkıtıp kaçmış saçlarını....


Öldüklerinde yalnız lanet miras bırakanlar...

İşi öldürmek olanlar var bir de...
yeni dönem Deli Yürek doğumlu mafyotik tetikcilerden bahsetmiyorum...
İnsan öldürüyor ama katil değil,ucuz bir saray hizmetlisi ama hünkar bile korkuyor ondan,adam can alıyor ama seviyor işini... Kimdir bu?
Ferman çıkmadıkça padişahtan, günah gelmez cellattan...

Cellatlar, bir dönemin kanuni adam öldürücüleri... Mezar taşları boş olanlar, öldüklerinde sadece lanet miras eden cellatlar...



Cellat çeşmesinde kanı temizlenmeyen, günahlarını hünkara devredenler... Vicdanıyla savaşan insanı lime lime etlerinden ayıran ve dahi derisini teninden soyup, omuzlarından sinir uçlarını cımbızla çeken, dişlerini söken,tuzlu sularla deriden ayrı eti dağlayan, acıması kalmamış, öldürürken hıncını çıkaran, fermanlarla söndürülen hayatının...
Cellatbaşı...

Eline kan bulasan, kendini arindiramayan....

Bir donemin can alıcılari, can acıtıcıları... Ve hic bir gun razı olmadı bu yaşanamamışlıklara şahit olan...

Yok mu saniyorsun artik,
 bir bombanin pimini cekerek ya da bir imza settirerek...
Hala razı mısın ondan?



- ne kadar da zamanı günler, Erk Acarer'den "cellatbaşı" için...

3 Ekim 2012 Çarşamba

Babaanneler ve dahi anneanneler öldü, sevgiyle öperim hepsini...

Benim hayatimda da bir zamanlar ne çok anneanne, ne de çok babaanne vardı... Benimkiler gercekten çoktular, çoğu öldü... Kalanların da dört bir yanını sitemler sardı. Ancak yüzümüzü gördükleri taktirde cennete gideceklerini düşüyorlar şu sıralarda, hepsi de cennetlik aslında...

Anneannem vardı mesela, 4 yaşıma kadar onunla yaşadım sayılabilir aslında, ah tabi bir de dedem... Onu hayatı boyunca yanından ayırmayan dedem, nasıl da aşıktı ona. Ama memnuniyetsizdi benim anneannem. Yüzü nadiren gülerdi, bir tek annem güldüğünde, ona karşı suçlu hissediyordu belliki kendini... O da öldü tabi ki... Anneanneme dair hatırladıklarım, ona has bir kokuydu sadece, annemi özlediğimde ağlamak için gizlendigim gardolabı, su bardağında dişleri, onun da üzüldüğünü anladığım bir gece, bir de altın kızları... Evet evet babam takmıştı o ismi anneannem, Fadime ve Emine teyzeye...

Fadime teyze yaşamının son günlerinde azıcık yitirmişti artık eskisi kadar baki olmayan aklını, daha 15'imde ahlaksız öğütler veriyordu bana. Ah azıcığını hatırlasam şu sıra, nasıl da işime yarayacak belki de... Neyse üçünün de dul kaldığı yıllardı benim ergenliğime denk gelen dönemler. Ne akıllar, ne tüyolar, ne edepsiz hayalleri vardı zamanında kendilerinin yapamadıkları, hepsini bana anlattılar, içimi rahatlatıyorlar henüz, bir bir yerine getirdim tüm hayallerini...

Aynı böyle zamanlardan biriydi, bir gece henüz dalmıştım ki daha, anneannem baskın niteliğiyle kuşanmış daldı kuzineyle ısıtılmış odama... Közleri kıvılcımlanıyordu hala... Çoçuklarini ve eşini aynı gece kaybetmişti anneannem, o zaman kendimi düşündüğüm için olsa gerek acıyamıyordum bile ona... Annemin gençliğinde oturdukları evde oturuyordu hala, gece ne gördüyse rüyasında odama gelmeden bahçe de aramış beni. Annem , dedemler uyudukları zaman arka bahçede babamla bulusurmuş gizli gizli, anneannem her gece uyanıp annemi eve alırmış sessizce söylene söylene, beni annem sanmış... Önce bahçeyi aramış, sonra yanıma gelip oturdu baş ucuma, gitme annem sen de dedi... Bir de o gece var işte anneannemden arta kalan... Onun benden çok içinin acıdığını hissettiğim...O kadar! Ben gitmeden bir tarafa, o da gitti çoçukları ve onu çok seven ak sakallı kocasının yanına...

Babaannem vardı bir de benim... Kara Emine derlerdi. Kısacık boyu, uzuuuuunnn beyaz saçları, çatık kaşları, esmer bir teni vardı... Ama sıcacıktı... Hükümet gibi kadındı, huysuzdu ama akıllıydı, çok güzel laf sokardı ama bir yolunu bulur gönül alırdı... Anneannem de babaannemde aynı yerde yaşıyordu ama biz önce hep babaanneme giderdik, hep babaannemde kalırdık. Annem öyle istediği için... Annem ben 16 yaşımda evlendim, annem yurtdışına gitti hemen, bir evin bir kızıydım ama bana babaannen annelik etti derdi. Bundandır belki de ben hep daha çok sevdim babaannemi... Kocaman bir ailesi vardı onun, bir sürü cocuklari, torunları... Hep yanındaylardı üstelik... Biz biraya geldiğimizde tavuklarla, hep o verirdi odasını bize. Yatağının başında bir dolap vardı, orada da top top kumaşlar, yemeniler bir de her sabahladığımız gece birimizin olan pembe deri ruj cantasi... Kimbilir neredendi, kimin hediyesiydi...

Babaannem uzun pazar kahvaltılarımızın lideriydi, bağ pikniklerinde çocuklara da çay verin diye bizi de düşünendi, ceviz zamanı bahçede taze cevizleri kabuklarından ayıklayan, kararan elleriyle bizi böoööö yapan , taze cevizle beyaz peynirin iyi gittigini öğreten kadındı, her düştüğümde " yine mi düştün damarı boklu" diye kızan kadındı, hep kaşıyla gözüyle birilerinin elini öptürendi, bir şeyi yemek için, " amma konuştunuz be, bakim tadı nebicim" derdi, çok az gülerdi, ama gülünce hepimiz gülerdik... gece yarısı kalkıp mıhlama yapandı, özel çorbasının tarifini tek bilendi, bana patlıcanı sevdirendi, ballandıra ballandıra yemek yiyip herkesin karnını acıktıran kadındı, bana sayısız öğüt verendi, " sen ayaklarının üzerinde durmak zorundasın, sakın utanacağın bir sey yapma" dün gibi aklımda hepsi... Üniversitedeyken beni arar, bi sesimi duyar kapatirken de mutlaka "öperim" derdi... Bir final gecem de öldü o da, cenazesini göremedim... Ama onu hep çoookk sevdim...

Nesime babane vardı bir de, bahçesinde mis kokulu fesleğenler besleyen, Sidiiiiikaaaaa vardı bir de, babaannem öyle seslenirdi ona... Cemile anneanne vardı, cici annemin annesi. Çok severdi beni, ben de onu severdim. Teyzem yoktu benim, yengem cici annem, Cemile anneanne de anneannem olmuştu. Bugün öldü o da, anneannemden daha cok üzüldüm...

Hatçe babaanne var mesela bi de, babaannemin eltisi, Elma Memet'in annesi. Sonra Nerman babaanne var, senin ağzına sıçarım ne gelmiyon kız diye sever beni:) onlara da gelecek ölüm, görebilir miyim bilmiyorum ama mekanı cennet olsun hepsinin...

Çokça kadınlar vardı benim hayatımda hepsinin adın ardına anneanne ya da babaanne diye sıfatlar eklediğim...
Ölümle ilk defa anneannesiyle ya da babaannesiyle tanışmış kişilere hep özenirim, layığıyla üzülebiliyor diye onlara... Ben çok derin yaralar almadım bu insanların göçlerinden, çok sıra gelmedi onlara... Düşündükçe çocuklaştım hatta, anmış oldum bu fırsatla, mutlaka öğrendiklerim oldu hepsinden, sevgiyle selamlıyorum şimdi hepsini, öperim...



1 Ekim 2012 Pazartesi

Adam ölmüş, şans getirmiş kadına...

Bu geceye kısmetmis, ne zamandır ölsün diye yazamadığım adamı öldürmek, bu sefer sevmekten öldürmüyorum, bu sefer gerçekten öldükten sonra ne farkeder kadının hayatında diye merak ediyorum...

E hadi başlayalım o zaman.
Sonra adam ölmüş... Adamın gömlek cebinde kopup saçılmış , turkuaz mavisi, nazar boncuğu süslemeli bir bileklik bulunmuş... Turistik pazarlarda şans bilekliği diye satılan, alana değil, armağan edilene şans getirdiği ancak adam öldügünde farkedilmis bir bileklik... Diğer ikisini kadına bırakarak ölmüş adam...

Akışına yaşıyormuş bırakılan hayatını adam, kim bilir kimlerden bırakılmışsa, tam da kalbinin altından yaralanmış, akışına bırakılan kadının akıntısında ölmüş bir gün adam, daha önce ölenlerle toplu bir cenaze töreni düzenlenmiş bu iki satıra sığdırılan dost sandığı eski bir tanıdığa. (tanımıyormuş aslında)

Sonra ne mi olmuş, kadın o iki bilekliği tamamlayacak bir diğerini bulmuş adı şans :) yepyeni bir heyecan duymuş daha önce tüm ölenlerin ardından olduğu gibi... Akışına gömülmüş adam da tüm eskiden ölenler gibi...

O kadar da uzun zaman geçmemesine rağmen kadın içindeki tüm hırçınlığı akıttığından mı, bu yeni heyecanın şarhoşluğundan mı bilinmez unutmuş bir tavşanın peşinde hızlıca yaşanamayanları, iyi ki de yaşanmamışları...

Adam ölmüş ve bir kısa mesajla bıraktığı vasiyetinde şans bırakmış kadına...

28 Eylül 2012 Cuma

Şapşalca sırıtarak baktığım adam öldü...

Sonra adam ölmüş... Ipıslak bir rüzgar yalamış yüzünü, gözlerinden hasret damlamış son son... Ancak o kadar dışavurabilmiş hayatı can havliyle... Yorgunca ölmüş adam, tüm humanizmini de yanına alarak.
"İnsan olmak yetmiyormuş demişti" en son, kadın sadece bu kısmına takılmıştı tüm söylenenlerin. Tuhaf olan, adamın bunu tam da ölmek üzere farketmesiydi...
İnsan olmaktan vaz mı geçmişti artık?
Geç miydi?
Şans mıydı?
Bir diğerimiz farkına varmadığımız sürece kıyaslanmayacak...

Sonra öldü adam, yeniden yaratılmanın umudunu taşırken... Adam öldü ve o gün de , tıpkı bugün gibiydi, yarın gibi , dün gibiydi. Adam da bilincindeydi günlerin sayılamayacağınının, kıyaslanmayacağının, soluklanmayacağının, soldurulmayacağının...

Öldü adam, yeniden doğacak ama...

Doğuma kadar uzun bir yolcuğa çıkacak, doğum iznine ayrılacak, belki de tercih etmediği sayısız yol arkadaşı edinecek, cep telefonlarını ve her hangi bir gezegenden ulaşılabilir olan çağrı cihazlarını kapatacak, kemerleri çözecek , yol boyunca dolunayın tamamlanmasını bekleyecek...

Adam öldü ve ben daha önce ölebilen ve yeniden doğabilen bir adama benzetiyorum onu... Bir elmanın 2 yarısı olmak mümkün değil, genetiğimiz değiştirilmedikçe demişti adam, ancak kendini tamamlandığında bir diğer elmaya yaklaşabilir olgunlukla dalda... Anlamak çok zamanımı almıştı, şimdi her turfanda ölen adam bu sözleri anımsatıyor bana...

Yolculuk muhtemelen uzun sürecek, defnedileceği güne kadar hepsini biriktirecek. Ardarda patlayan tüm donanmasını da yolculuğu boyunca varış noktalarına emanet ederek , bilmem kaç bin km/hız la koşarak yeniden doğacak adam...

Defnedilmesinden, yolculuktan ve doğacak hergünki günlere uyanmasına kadar uzanan sorular soracağım kendime... Sessizce suçlu hissedeceğim kendimi, yine gizlice özür dileyeceğim ya da hiç olmamış gibi davranacağım en bildiğim davranış biçimi gibi. Hangisiyle devam edebileceğim yol arkadaşlığına bilmiyorum yine...Kendime özneler yükleyeceğim, özneliklerime sıfatlar yüklesin isteyeceğim belki, belki hiç de dahil edilmeyeceğim bu uzun yola. Sessizce bekliyorum... Koşulsuz mutluluğa ulaşana kadar bekliyorum.

Adam öldü ve ben öylece duracak mıyım? kendimi suçlayıp, oyuna dahil mi olmalıyım yoksa uzaktan mı bakmalıyım yeniden doğana kadar. Doğumu mu müjdelemeliyim? Gerçekten yapabilir miyim? Hiç mi dahil edilmeyeceğim, hiç mi dahil olmayacağım? Bilmiyorum...

Adam öldü ve ben onun en istenmeyen tarafındaydım hayatının, şimdi bu istenmeyen ölüme sebebiyet mi verdim? Sormaya bile çekindim...

Bir lahana yaprağının üzerinde bir parazit miyim? kendi kendimi imha etmeyi beceremiyorum , gerekli zirai reçetelerle yok mu edilmeliyim?

Yanlış zamanlar yaşıyorum, yanlış düşüncelerle muhtemelen, şapşal bir gülümsemeyle baktığım adam öldü... Sessizce öldü ve hiç hissettirmedi can çekişmelerini. Bir gün "öldüm" diye inledi ve elimden hiç bir şey gelmiyor, çok mutluymuş gibi davranıyorum, mutlu insanlar bu gibi durumlarda ne söyler bilemiyorum. Hiç tanıdık gelmeyen yaşamlar hiç tanıdık gelmeyen sebeplerle bitiyor ... Bu durumlarda ne deniyor?

Bu ölümün ardından bir gün uyanacak adam... Bilmiyorum yanımda mı?

25 Eylül 2012 Salı

Ceee-eee yapanların ruhu şadolsun!

Bu ölüm öyle bildiklerinizden değil pek. Pamuğu tıkananlardan, üzerine helvalar kavurulanlardan, bıçak bırakılanlardan, ruhuna el-fatiha okunanlardan değil, azıcık sızlatanlardan bu, hayata ceee-eee yapanların hikayeleri...

Adlarını listeleyemediğim, alfabemizin her harfine ortalama 2 ismin denk geldiği "E" harfinde patlamalar olan...
Hani şu ne üdüğü belirsiz bir anda girerler ya hayatına, amaçsız, düşüncesiz, belli bir yaştan sonra "takıldık sadece" diye sınıflandırdıkların arasına giren ama günü yaşarken canını acıcık sızlatanlar... Kalıcı olarak gelmeyenler hayat(ın)a.

Öldüler di mi? Kim bilir nerelerde reenkarnasyona uğradılar, kimlerle ürediler, onlardan bir kaç tane JR. türetildi mi hücrelerini yenileyerek bıraktıklarından. Kuyruğu bırakıp kaç kadından kaçtılar? Kaçı hala gerçekten hayatta acaba?

Tüm ergen dönem boyunca biriktirdiğim günlük yapraklarında , öldüğü için sellerce ağladığım, bir daha asla olamayacağını düşündüğüm kaç binmilyonkuruş tane adam... İsimleri çağrışım yapmıyor üstelik artık, nasıl acınası haller bunlar, kimleri nasıl tüketmişim böyle farkına varmadan. İzdüşümlerinde fındık, yer fıstığı, ceviz yaprağı, -18 , kaplan tırnağı, at sineği diye tanımlanan...

Sonra adamlar ölmüş... Toplu bir cenaze töreni düzenlenmiş tüm bu insancıklara, yanan günlük yapraklarında. Olaylardan isimlere ulaşılmaya çalışılan anlarda "neydi onun adı ya?" diye düşünüp sarılmadan eski anılar atlasına, yakıp kül ettim hepsini. Hem de göz açıp kapayıncaya kadar, onların hayatıma uğradıkları her an kadar alevlendirdim isimsiz gelgitleri.

Benim ne güzel hatalarım var :)

Kimileri öğrenciydi daha, ya da doktordu , biri beyaz eşyacıydı, birinin internet kafesi vardı, biri askerdi, biri şöför, diğeri radyocu, kısmen tiyatrocu olan da vardı, kendi çapında müzikle uğraşan da... Sayısızdılar, ne kadar da çoktular, aslında hiç yoktular.

Uzunnnnn sahneleri olan 3 perdeli bir oyundu oynadığımız. Karşılıklı  "ömrümün sonuna kadar" lı tüm cümlelerin yarın katlolacağını bilerek masumca günü geçirdik diye hayıflanırken şimdi, hatılayabildiğim hepsi geçiyor önümden sesleriyle, cisimleriyle, katlettiği kilometrelerle... Ne gariptir varmadı hiçbiri gideceğim yere...

Bir hayır? Elbette vardır....

Hiç bir yaşamsal anı bırakmadan söndü hepsinin ocağı, hepsi ceee-eeee diyip göçtü...

Hepsi öldü ...
Ruhları şadolsun! En azından yakmadılar canımı yeni nesil takıldık dediklerim kadar!

20 Eylül 2012 Perşembe

Çoktandır Kimse Ölsün İstemediğimden Yazmadım...

Sonra adam ölmüş ve gömmüş olduğu, olgunlaştırdığı ceviz ağacının altına kendini. Başı köpük köpük bulut, içi dışı deniz, yaprakları elleri ... Kendi de gayet farkındaydı belki ve poliste ayıkmıştı duruma. Belli de olmazdı belki hortlayıverirdi bir karganın ağzındaki olgunlaşmamış ceviz kabuğundan, sorgulamadan...

Bütün yaz panjurları açık bir pencereden elinde çayı / kahvesi bir ceviz ağacına bakarak ölüm senaryoları yazan bir yazarın serzenişiyle, yıllar sonra ilk post için ilham verenlere adanmıştır bu ölüm.

Adam öldü ve farkında değild aslında bu yazın ne kadar da sıcak olduğunun, herkesten sıkılmıştı adam en çok da en yakınlarından. Bekledikçe değişmedi hiçbir düzen ki adı üzerindeydi, DÜZENliydi her şey. Düzüp düzüp geçiyordu hayat. Eski dostları aramalı diye not aldı yapılacaklar listesine ve tabi ki tipik bir yılbaşı kararı edasıyla çiziktirilen hiç bir cümle dikkate elınmadı. Hergün gördükleriyle her günkü muhabbetleri tekrarladı. - N'apıyorsun diye sorana - Duruyorum. , N'aber? diye sorana  - Normal diye cevap verecek kadar bezdi ama öleceğini bilemezdi.

Hımmm evet ömrünüzü son günü olsa geyiğine bağlayacağım!
Daha neler okuyucu! Zıvanadan çıkartmak niyetinde miyim secnce? Ne zaman bağlamak gibi derdim oldu ki ,bu sefer kasacağım sırf bir yazı daha oku diye.

Özeti budur arkadaşım, adam öldü, ceviz ağacının atına gömdük. Kırmızı bir tavşan dolandı üzerinde , ötesinde , berisinde , tavşana havuç verebilsin diye gübrelendi adam toprakta. Topraktan gelmekte ve aynen geri dönemkteydi herkesin antat kaldığı üzere.

Sıkıldım hepinizden! Yenilerden istiyorum, yeni yeni ölümlerden, farklı zihniyetlerden. Çatara çutura kavga kıyamet etmek istiyorum fikrini beyan edenle. Etmeyeni de yumruklamak istiyorum konuş diye. Adam öldü ne de olsa, ne önemi kaldı ki diye düşünenler için söylüyorum. Kavga yeni başlıyor daha.

Tek gündemi ölümken bir coğrafyanın, her sabah bir - bir kaç Mehmet'in ölümüyle uyanıyor, sabahında lanetlerle okurken akşamında futbol holiganlığı yapabiliyorken hepimiz, bu kadar meşrulaşan konular hakkında yazınca mı sıkıntı duyulabilirdi belki, sanmam... Rahatsız olan okumayıversindi.

Çoktandır kimse ölmediğinden değil, çoktandır kimse ölsün istemediğimden yazmadım. Şimdi onlar düşünsün....