27 Aralık 2010 Pazartesi

Sosyal ağların girdabında, asosyal zihniyetle öldü adam...

Sonra adam öldü... kendini kaybettiği bir asosyal yaşamın içinde eridi ve gitti. Gün be gün eridi dağ gibi adam. Gün be gün eritti hayatını.

Önceleri internet cafelerde bel rahatsızlıkları edinerek ve kaldırmadan kafasını ,kocaman kulaklıklarını takarak ve kaptırarak kendini diğer internet cafedekinin online dünyasına Mirc'de adım adım enter’ladı geleceğini. Yeni bir dil geliştirdi, daha çabuk sonuca varsın diye kısaltarak açılımını bilmediği harfleri dizdi bir kenara. "asl" diye sorduğunda istediği cevapları almadığı taktirde kapattı o sayfayı ve adı gençbilmemkimserseri/çılgın/ıtzıt18 olan diğer bir kullanıcının sayfasında denedi şansını ... slm asl pls - lol yok tabi piyasada:) - Daha dijital fotoğrafları yoktu ama cesurdu tarayıcıdan geçirip kendini tanıttı cemi cümleye... (Sene dizi piyasasının yeni yeni baş gösterdiği , ve Haluk Bilginer’in bunları hissetiğinden olsa gerek “Eyvah Kızım Büyüdü” diye yana yana dizini dövdüğü sene)

Yaşını ve cinsiyetini karşındakinin anladığı şekilde esnekleştirdi ve online sex tam da bu noktada başladı. Kıllı kıllı adamlar karşılıklı ben kızım diye utana sıkıla karşısındakinin bütün fantezilerini serdiler ortaya... Cep telefonu numaraları alındı ama tüm GSM operatörlerindeki önlenemez bir kazıklama bilinciyle kimse kimseyi arayamadı. Çağrıyla haberleşme tam da bu zamanda girdi hayatına, bir kere çaldırırsam evdeyim / iki kere çaldırırsam Mirc'e gir :)  zamanla titreşimler çıktı ve her çaldırdığında cinsel bir haz alarak biraz daha bağlandı adından bile emin olmadığı yaratığa...

Sohbet odaları ilgi alanlarına göre düzenlendi.Ruslarla iletişimin temelleri atıldı. Olmayan İngilizceleriyle kör topal anlaşıldı...Dergilerde gördüğü gibi resimlerle karşılaştı artık ve en sahiplenici tavrıyla enteresan ki adını bile biliyordu bu arka kapak güzelinin.



Hayatına yeşil şirin bir yaratık girdi sonra. Önce inanamadı ama sosyal ağ tüm yaptırımlarıyla hayatındaydı artık. MSN yeni dünyanın en kutsal iletişim araçlarından biriydi artık ve sohbet odalarından da daha sükseliydi ama bizim abazan onu da layığına çevirebildi sonunda önceleri beni msn'den ekle diye sohbet odalarının alt düzeyliğinden kurtuldu , sonra yeni teknolojiler keşfederek canlı canlı konuştu karşısındakiyle. Her gördüğü dişiyi taciz etti , her gördüğünü soymaya kalktı kamera karşısında. Üstelik bundan haz aldı... Canlı porno film seyrettiler cemi cümle internet cafede. Ve işte o gün farketti ki bu web cam aynı zamanda fotoğraf da çekebiliyor. Yaşasın o amele okul gezisinde ıhlara vadisinde çektirdiği resmin tarayıcıdan geçtikten sonraki damlataş mağarası kadar soğuk görüntüsünden kurtulmuştu ve nihayetinde onun da bir profil fotoğrafı vardı. Hem de en amelesinden aptal aptal Deli Yürek triplerindeyken...(Sene , Polat Alemdar'ın ana rahmine düştüğü yıldı ve elimizdeki en delikanlı isim Deli Yürek Yusuf'tu, üstelik Kenan ilinde kaybolduğu sene... ahahahah hatırlayan var mı o şarkıyı? )

 

GSM operatörleri kampanyalara başladı , akşam bilmem kaçtan sabah bilmem kaça bedavalar başladı. Sonra insan ilişkilerinin katili sınırsız smsler ...Bu birbirini hiç görmeyen kör kütük aşıklar , "tuvalete gittim aşkım." , "Şimdi sıçıyorum hayatım" , "tuvalet kağıdı bitmiş bi tanem" diye mesajlaşmaya başladılar. Üstelik kızların neredeyse en beyinless tayfasının ergen olması da aynı döneme tekabül ediyordu ki, hepsi bu ne üdüğü belirsiz adama ayan beyan hesap veriyordu.Ama neyse ki henüz hiçbiri cümlenin sonundaki en son ünlü harfi sebepsiz 4 elif miktarı uzatarak "bebeöğiiiiiiimmm" demiyordu.(Sene  , Demet Akalın'ın ihanet acısıyla "Senin anan güzel mi", Serdar Ortaç'ın "Bilsem kii..." diye kendilerini parçaladığı sene...)  

Msn üzerindeki sınırsız abazanlık uluslararası boyutlara ulaştı. Dünya üzerinde en sarı ,taş erkeklerini gaylik rüzgarına kaptıran at bacaklı kadınlar döşü kıllı türkleri adam sandı ve yaz tatillerini sonunda yoldan yollanacağını düşünmeden , türkiye'de yapmaya karar verdiler. Abazan cemiyeti , Türk turizimine yaptığı katkıdan dolayı ödüllendirilmedi , aldığı yanına kar kaldı.

Uzun süre msn ve nimetleri yenilenerek yer etti adamın tükenesiye hayatına ve işte asosyal yaşam burada başladı. Demin kahvede yanında oturan elemanla , msn de muhabbetin dibine dibine batıp batıp çıkarken,  yanına gidince de kös kös oturur buldu kendini. msn den döşediği google kaynaklı şiirlerle yarattıığı tüm romantik atmosferi , en yüksek tavan yapmış internet aşkıyla kuytuda içtiği çayı höpürdeterek yerle bir etti ve serildi tüm kirli çamaşırlar... Henüz kirlenmek güzel değildi ve kızlar "ıııığğğykkkk" gibi anlamsız sesler çıkarabiliyorlardı... Hayatı , kadınları , gelişmeleri , Türk ve Dünya hatta dişi coğrafyasını internette öğrendi adam ve tüm öğrendikleri için kaynakça fazlasıyla kısaydı. MSN!!! (Sene, Ali Rıza Bey'in büyük umutlarla İstanbul'a geldiği trenden inip Haydarpaşa'da nutuklar attığı , kızlarının aynı adama verdiği sene…)

Sonunda bir Harwart'lı bebenin attığı taş , ürküttüğü kuş dünyayı yerinden oynattı. Arada kullandığı tüm siberalem ve yonja türevlerini alt etti , çok sükseliydi üstelik bir şey öğrenmek için soru sormak gereksizdi. Zaten herkes herşeyini çekinmeden tün dünyaya ilan ediyordu. Zamanla güncellendi.Güncellendikçe daha da içine çekti. İlişkisi yok göründüğü için , kendini ilişkiden sayan tüm dişi ahalisi ayağa kalktı , sağlıksız tüm durumlarda olduğu gibi anlamsız tartışmalar doğurdu. Her arkadaş olunan kız uzun uzun denetime alındı.Kimmiş , nerdenmiş , bu kız mı benden güzel gibi söylemler doldurdu artık tamamen beleş olan telefon konuşmalarını... Sağda solda yedekte bulunsun denilen tüm kızlar kapattı kapıları... Dışarda kaldı adam.



Application'lar eklendi ve dünyanın en zengin poker oyuncusu haline geldi. Her gece texas'ta aldı soloğu ve ömür git gide 90 tuşlu bir klavyeden ibaret olmaya başladı.Youtube'da özgürce seyrettiği tüm videoları facebook'ta paylaştı ve böylelikle karakterinden de nadide inciler sundu cümle aleme... Yine de hala abazanlığından kurtulamadı , tüm arkadaşlarının potansiyel götürmelik arkadaşlarını poke'ladı...İş atana yol açtı...Dijital fotoğraf makinaları ve beş kuruşu olmamasına rağmen kalburüstü telefonlarla banyo aynasında , kararmış sıvalı fayans aralı fonlarda güneş gözlükleriyle fotoğraflar çekildi , sayfasına yükledi, sonra tanıdığı ne kadar adam varsa. "çok güze çıkmışsın hacı , çok yakışıklısın amcaoğlu" diye yorumlar atın lan diye mesajlar gönderdi. (Burcucum çok güzel çıkmışsın canım ahahaha)Ne kadar görüşmediği , ilk okulda altına kaçıran kız varsa ekledi , evlenenleri engelledi , potansiyelleri eledi.. Bildiğin ince ince işledi , tezler hazırladı , denkledi , kıyasladı ... Katılmadığı etkinliklere katılacak diye işaretleyip , sosyal göründü , aktif göründü , bazen entel bile göründü... Cinsel hayatı dokunamadığı ama birlikte şaha kalktığı kadınlarla doldu taştı... (Sene , Bihter'in Behlül'e köpek çektiği , Riva'daki evde aşna fişne ettiği , Adnan Bey'in boynuzlarını parlattığı sene...)



Veee mini mini bir kuş donmuştu , pencereye konmuştu ... bu şirin mavi kuşla hayata daha yakın hissetti kendini. Bir sürü şarkıcı , türkücüyü takip etti, psikopatlık etti , taciz etti , kendini onun arkadaşı hissetti bebeğem yazık. Tüm dedikoduları bir anda öğrendi ama burda abazanlık sökmüyordu. çabaladı , çırpındı , aşk sözleri yazıp , google da çıkan tüm sözleri tweet etti. Olmadı beceremedi ve sosyal ağlara sarılıp öldü adam... Asosyal hayatlar sardı dört bir yanını...Baktığı her yerde statüsü var... (Sene , sosyal medya içerisinde benim diyen sosyal çevreli insanların bile internetten bulduğuyla evlendiği sene... sene, vakit bulamadığı için bir kahve içmek yerine arkadaşına farmville'den bir balya pembe saman yolladığın sene...Sene, "follow me baby" diyen embesillerin çoğaldığı sene, sene telefonum çekmiyor'un en aleni yalan olduğu sene,sene Caroline diye bir yosmanın o patates burunlu Ali kaptan'ı ayarttığı,Mete'nin "sevemedik birbirimizi" dediği sene, sene Cem Garipoğlu’nun dedesinin kız yurdu açacak kadar ironiye düştüğü sene, Turkcell'in bir ayda 25 reklam çektiği , sene  okuduğun her haberin bir markanın viral kampanyası olduğunu bildiğin , sene milenyum'un 10. senesi...)



Tam tamına 10 yıllık bir süreçle asosyal olan adam sonunda bugün öldü. Cenazesi için Facebook'ta etkinlik yaratıldı, mezar taşında ilişki durumu , sevdiği şarkılar/ türküler/filmler , takipçilerinin sayısı yazıldı....

7 Aralık 2010 Salı

Adam öldü ve başka bir aralık gösterdi gerçekleri görsün diye kalanlar

Filmin ortasında ölüyor da adam... sonunda neden acı veriyor peki... İçindeyken neden hissettirmiyor da ışıklar açılınca anlıyor insan ölümü? Öldüğünü kabul etmek mi istemiyor hayatına dokunanlar. Kopuk adamlar kolay kopmuyor mu dünyadan ya da... Kopuk adam seviyorum ben , ölürken bile ayrı bir aşk veriyor insana. Üstelik kitleleri takıp peşinden  , tüm karmaşasıyla sürüklüyor Karadeniz koylarına. 

Aklımda da bir türkü var. Üstelik Karadeniz aksanıyla söylemeye çalışıyorum. Grip de oldum travesti gibi çıkıyor sesim...Yok çok da ağıt mevsiminde değilim, bir aralık bulup başkaca bakmak istiyor ölüme dirim... "Hayde gidelum, hayde gidelum, hayde gidelum, haydeee!!!"


Hayatlara bambaşka pencerelerden bakmayı gerektiriyor mutluluk. İyi ama bu sonuca götüren şüphe , aynı zamanda paranoyaya da götürmüyor mu insanı? Paranoyaklığından mı öldü şimdi bu adam? Umut vardı sanırım bir tutam ve bir fiske umutsuzluk...

Şüphelendikçe daha derine çekti ölüm ve öldü adam ama sonunda değil tüm bu yaşananların ortasında...
Ve pişman oldu kadın , kaybettiklerinin anısına daha bir sarıldı muşamba içinde yarım kalmış hayata. Gözleri doldu ama ne kadar şüpheliyse adam o da o kadar inatla yaklaştı hayata...
Oysa ne kadar da güçlüydü "o bir anlık zaaftı" derken , bilememiş olmalı sonucunda bunların doğacağını ... Birilerinin onun için doğduğunu ve onunla yitirmesini umutlarını , bir başkası can bulsun diye alınan canın yongası olunacağını...

Adam öldü  ve başka bir aralık gösterdi gerçekleri görsün diye kalanlar...

29 Kasım 2010 Pazartesi

Boyozun yanında sıcaktan sakinlemiş, haşlanmış ruhlar sunarak ölmüş adam...

Sonra adam ölmüş... Şehrin , anın, işleyişin, aşkın , uykusuzluğun , hengamenin , yavaşlığından ölmüş adam...

Yorgun yanaşmış uçak piste. Kanadından yağmurları bir bir sakince indirmesinden belliymiş indiğinde değişeceği şehirleşmişliğin... Bir şehri yavaş kılan neyse bu gökyüzünde durulmuştu sanki... Usulca inmişti işte... ne bir heyecan , ne bir koşturma öylece motoru durmadan bekleyişle soludu tüm yolcular. Hiçbir emniyet kemeri kliği yankılanmadı kulaklarda. Sakince hoşgeldiniiizzzz , iyi günleeeerrrr diye uzatıldı her son kelimenin son ünlüsü. Sakin sakin yavaşça. İğreti etti , gerdi , çarpası geldi adamın elinin tersiyle bagajdan yavaşça bilgisayarını alan öndeki kısa boylu , seyrek saçlı , üstelik kıllı kıllı göğsünü açarak 2 düğmeyle erkek hisseden adama...

Şehir öylece duruyordu , taksiciler kendi aralarında sohbet ediyordu , yakarak yıkarak , bütün İstanbul'u aşağılayarak... "Nereye yetişeceksin" anlamlı /anlamsız bakışlarıyla. Bu şehri yaşamış herkesin alışmışlığıyla... Sigarasındaki tütün bile yavaşça yanıyordu adamın çarşafının içinde. Bir izmarite varmak , sonuna varmakla hayatın , tadına varmakla alemin , keyfine varmakla anın , kendinle kalmakla , kalabalığa karışmak arzusuyla aynı uzaklıktaydı...

Sessizlikten , sakinlikten , huzurdan , dinginlikten , yavaşlıktan  öldü adam... amaçsızlığından öldü. Amaçladıklarının aciliyetinden , acele isteklerinden , işten , güçten , hengameden öldü adam...
Kısacık havaalanı yolunu pasaportsuz ,Pasaporta varana kadar, sakince sorguya alınarak , nereden geldiğinden aslında oralı olmadığından nerede kalacağını ne sebeple vardığını bu ıssız şehre her biri irdelendi gevrek gevrek susam tadında ... bir haşlanmış yumurta halini almıştı halk , boyozun yanında sıcaktan sakinlemiş haşlanmış ruhlar sunuyordu şehir adama... sessizce öldü adam. Konuşmanın ritimsizliğine takılarak ve uyumsuzlaşarak biraz da çıkamadı içinden duruverdi , susuverdi ve ölüverdi adam usulca...

Terk edilmişti şehir ve çift kişilik olduğu savunulan ve 5 kişiyle birleşilebilecek grupçana koskoca yatağa satmış ruhunu şeytana. (Baskı altındayım, Ezel'de Cengiz tribi yapıyorum. Ali ya da ya da Eyşan. İsimler net ama yüzler uçuşkan) O bir şehri barındıracak yatakta yalnız uyuduğu için ölmüş adam...

Şehrin yavaşlığına katlanamadığından, alışveriş merkezlerindeki kapalı mağazalardan , izlenmemiş film kalmamışlıktan, bol kolonlu sinema salonlarından , bir çift çorap alınabilecek iç çamaşırcı bulamamışlıktan , kordon boyu urganlanmışlık hayalinden , liseli aşıkların , kendini aşık sananların her gün geçtiği sahil boyunda yanındakiyle hatıralar kanatmak için çektirdiği fotoğrafların sahteliğinden , kendinden birçok yaş küçük olan sevimli yüzlerin gülümseyişliğinden , hatta bir cadde boyunca süregelen gelinlikçilerden bu şehirde evlenerek soluklandığını hissederek , ve manzarasını seyreyleyerek aynı restaurantın saatlerce... ölmüş adam... saatlerce ölmüş, sakinleştikçe , saflaştıkça , saydıkça, sakilikle, sakarlıkla , sarsaklığıyla ölmüş adam...

Öldüğünde yerleşmek üzere sözler vererek , o restaurantın üst katındaki camla kaplanmış evde , denizin kokusuyla ölmeye yeminler ederek...

6 Kasım 2010 Cumartesi

Aşkla öldü adam ...

sonra adam ölmüş... kalabalık ve huzurla başlamış gece, sohbetler edilirken meyveler soyulmuş , bir dilim karpuz geçmiş boğazından tadına doyamadan... evli evine, köylü köyüne diye kalkılmış ayağa ve yol dokunmuş önüne hayatının yoldaşıyla ve başarılarının sadece ikisiyle... kızını koluna almış , eşini oğluna bırakırken şarkılarla yürünmüş kısacık yol. o upuzun türkünün ilk mısralarıyla kısaltılmış... "haydarrrr haydarrrr...." kahkalarla açılmış kilit, sabah ses yapılmamasını tembihleyerek girilmiş lavanta kokulu pikenin altına ve huzurla koymuş başını yumuşacık yastığa....kadın çocuklarıyla biraz sohbet etmiş onun ardından , 25 sene boyunca hiç yalnız uyumamış adam...

kız odasında günlüklerine bir sayfa daha eklemiş. Ama öğretilenden ziyade , alışkanlıklarını yerine getiremeden , iyi geceler öpücüğü veremeden  yatmış o gece .... Oysa uzun uzun yazmış ne kadar sevdiğini... oğlu annesinin ısrarlarına aldırmadan uyuyakalmış televizyonun karşısında, her defasında ayakucundaki saksıyı devirip etrafı toprağa bulandırdığı kanepede...

Sonra bir sessizlik , sonra bir kıyamet, sonra bir patlama , sonra bir duman ve cansız yatan yaşama nedeni... bir kez olsun bırakamadığı elden uzak düşmüş bedeni...

hayatı boyunca "alacaksan canımı , onunla al" diye dua eden bir adam, hala aşkla bakmış yanıbaşında kaybettiği umuduna... sonra kurtarma ekibi sesini duymuş göçük altından , kurtarmak için canla başla çalışmış sevdiği , kıymet verdiği , hatır bildiği ve hayır ettiği herkes ... Omuzunda küçük bir damar parçası kopmuş.... oysa onun hayatıyla bağlantısı ... hayat arkadaşı olmak yetmiyor, cennette de yanıbaşında olmak istiyor can... Cananının yanında, huzurla ölümü beklemek için çırpınıyor oysa...

Defalarca yalvardığı canımı onunla al dediği kadınla can vermek istiyor sahibine... Ondan geldim , yalnızdım, bana bu canı kattın ... onunla al  diyor herhalde...Dile kolay 25 sene boyunca aşkla baktı bu kadın ona. ve aşkla sardı ellerini...

Helikopterle bilmem hangi ilin  bilmem hangi hastanesine yarasını iyi edecek doktora götürülüyor sonra, işte o prensesi karşılıyor kapısında helikopterin , ısrarla yalvarıyor ama katmıyorlar onu da canına, bir başına yalnızca adam götürülüyor bilmem nerenin bilmem hangi hastanesine acilen...Bir şişe soda istiyor yine, o sıcak yaz gecelerinde yemekten sonra, çaydan sonra, yemekten sonra ve her bahaneden sonra "aç kızım bi soğuk soda" dediği gibi bir şişe soda istiyor yol boyunca.... Bir şişe Uludağ soda... Öyle aşkla yalvarıyor ki hayatından çıkartmak istemediklerini o enkazın arasında bırakmaya gönlü el vermeden... aşkla ölmek istiyor oysa adam cananının hemen yanıbaşında...

Omzundaki küçük damar için acilen ameliyata alınıyor adam , en uzman kişinin en iyi ekibiyle... uzunnnn bir kolidor geçiyor eminim önünden... dili yetmiyor belki ama kalbiyle seviyor geride bıraktığı herkesi... O uzman düşünemiyor yuttuğu o kadar tozdan sonra içilemeyeceğini bir şişe sodanın. Operasyonda beklenmedik bir süprizle karşılaşıyor ve ölüyor adam. gidiyor zaten kalmak istemediği dünyadan...Oysa o küçücük damardan değil , böbrek iflasından...

Sonra ölüyor adam, kızın haberi bile yokken yaşananlardan... bir günlük yazıyor ve ölüyor adam.... iyi bir gece dileyen öpücüğü alamadığı için ölüyor adam... Babasını almaya giderken o bilmem nerenin  , içine sıçtığı çok uzman hastanesinden büyük bir otobüste kocaman bir tabutla dönüyor evine... Babasıyla son yolculuğunu yapıyor 4 saat boyunca... Geldiğinde tüm cemaatle yüzleşme vaktinde , yaşamanın anlamını yazamıyor bile kızı... Son bir kere yüzüne bakıyor , o esmer teniyle , o kara kaşları ve gülümseyen bir yüzle karşılıyor hayatının geri kalanını. Huzurla uyuyor babası...içine akıttığı tek su damlası kızın , sonsuza kadar yaşayan bir aşkın kalıntısı... duarının kabul görmesi o en güzel ülkenin masallar kralının... aşkla öldü adam...
aşkla öldü BENİM BABAM....


28 Ekim 2010 Perşembe

Mum sönünce koktu diye ölmüş adam...



...sonra adam ölmüş,
nefessizlikten ölmüş adam,
sıkılmaktan,
sesini duyuramamaktan,
tat alamamaktan,
tat verememekten hatta,
tek renk, tek tip insanlardan,
bir taş parçasından ölmüş,
yaprakları döküldü diye,
her gelen gitti diye,
yalnızlıktan ölmüş,
yankılanamamaktan hatta,
bir sürü yapılamamışlıktan ölmüş,
üşengeçlikten,
kendini ifade edememekten,
bir telefon açılmadı diye,
mum sönünce koktu diye,
kendini bıraktı diye ölmüş adam.
utanmış diye,
midesi bulanmış diye,
bu kadar nasıl cesur olduğuna şaşkınlıktan ölmüş...
ilk defa "gitme" dediği için,
ilk defa umudu bittiği için ölmüş...
bakakalmaktan,
donakalmaktan,
yapamamaktan,
okuyamamaktan,
okuduğunu anlamamaktan,
baktığını görememekten,
dalmaktan boğulmuş, ölmüş...
gitme sevdasından,
kalamamaktan,
ama illa ki sevdadan ölmüş...
ömür taşınmalarla geçiyor,
kalpleri de taşınıyor zamanla,
asır durmak acıtıyor,
nereye koyacağını bilememek,
öldürüyor adamı...
adam ölüyor,
ve ne hikmetse kimse fark etmiyor giderken...

13 Ekim 2010 Çarşamba

Yabancılaşmadan dinlemeli yolun susma biçimini ve öğrenmeli bütün fantazilerini

Sonra adam ölmüş... Uzun da bir yolculuk değildi halbusem. yola tatlı tatlı çıkmışlar başta ama herşey sellektörün suçu. Böyle şarkılarla türkülerle.. "ben o şelale saçlara.... ÖP ÖP ÖP ÖP Doyamadım..." falan diye kopmuşken tam da. "Sen yabancı değilsin"li cümleler başlamış sonra "aman efendim şu kız şöylşeymiş bu kız böyleymiş". anlamadı ki kimse; yabancı değilse, kimin hakkında ne fantazi kurduysan bilmek zorunda mı? Yerli, senin fantazilerinden çizgi roman  mı çizmeli aklından ama yooookkkk... İpin ucu kaçtımı bir kere geri dönülesi bir yol değil bu otoban... yabancılaştıktan sonra da çekilmiyor zaten. Nasıl geldi TK bilmem ne seferli çok büziniz bir kendini göstermişlik , devrin ibresini sona vardırmadan vites değiştirmeyen bir otoban yolculuğuna ya bu  da muamma. Muamma bir tatlı çeşidi diye mi keyifliydi ki bu arada kalmışlık.

Yol üstünde ne kadar durak varsa durulmalı, birinde LPG alınmalı , birinde masaj yapılmalı (üstelik bir koltuğa oturup , her okşamasına bir küfür ederek , para verildi diye o 1 lira'ya kıyamayarak, kalkılamayan) , her dakikasında ayrı bir espri potansiyeli olan yolları kavurmalı. Kavurmalı, bir patatesli yemek çeşitidir ki kendisine de yol üstünde raslandı , ama malum ya dokunulamadı... Yol üstü duraklarının en aranmışı değil miydi haşlanmış yumurta? böööyyyleee her pırtında ayrı melankolik kokuları bünyesinde barındıran ilkokul sıralarından bu yana hayatına kazınan... Yok bu öyle birşey değildi , bu tamam yol susma biçimi modundaydı. terete efemin bile çekmediği kaç otoban kaldıki yurdumun taşında bayırında ki yükseldikçe çınlıyor aklından geçen ve unutmaya çalıştığın tüm sesler. Rakım'dan mış... "Rakım..." Sen nasıl bir haltsın... Her türlü kelimeyi bölüp , türettikçe sana varılıyorsa bu kısıtlamada bir hata olmalı zira.

Cıvcıcıklı cuncur bir arayışla başladı herşey ve adam öldü... bunların hepsi bir hayalperest macera filmiydi. Üstelik bir kesim vardı ki bu filmi fantastik diye bile sınıflandırabilirdi beyazperdede. alalade bir filmdi işte. sanatsal kaygılar taşımayan ama illa ki sıkıcı ...Yanlış bir numara çevirdi kızın biri , biz kimiz diye sorguya düştük. Hepimiz mi yoksa bu kız hakikaten saygılı zamirler mi kullanıyordu? Bebeydi üstelik ama potansiyeldi , zira erkekler yaşlandıkça yaş farkını açıyorlarmış ilişkilerinin. Duygusala? Hayatta bağlamam ... Kopmuşken henüz ve katılıyorken aklına geldikçe ... Hiç olmaz, yakışmaz, ancak hemcins savunmasına geçebilirdim ki , o da abes düşerdi , yabancı değildim zira ...

Bir sellektör ışıldadı ve işte o an adam öldü bu seneryonun sonunda, Oysa daha girişecektik , gelişecektik  ama tünel  , yol rampa demeden bir kapışmadır aldı en kıranş sahneden. Hızlı ve öfkeli artık başrol , hiç romantik komedilere yakışmayan yüzüyle yakıştı zaten bu sıkıcı sanatsal olmayan filmin içine. Kahramanı anlatın demişti ya bir adam, sabuk bir sinema dersinde... Kahraman , azılıydı doğduğundan bu yana...Sinemanın dersi mi olur , gider seyredersin , forum sitelerindeki yorumları okur ve bi daha o yanındakiyle gittiğin hiçbir filmden hayır görmediğinden vazgeçersin ondan. ama her seferinde cennetimden bakarken saçmalığında selamlar verirsin FİN yazısının ardından. (Filmekimi dolayısıyla değildim sinema olayına. Zira gündemden kopuk bir blog olmak istemeyiz. Adam ölür ama biz , kalanları takip ederiz)

Adam öldü. Hava kararınca farkedebildiği uzunlar gerçeği öldürdü onu...Tüneller geçildi birbirlerinin önüne kırarak ve makaslar yapılarak kesildi günü ölümün ... Ve sebebi... Kilometrelerce sürdü de bu ebedi rekabet bir karın gurultusundaymış son nefesi. Nehir kenarında , öldüresiye yenildi içildi ve  son buldu rekabet , adam öldü. Yani heralde ölmüştür. Senaryoya göre öyleydi en azından. Aşınmış disklerin  ve balataların hatrına hiç olmazsa....

6 Ekim 2010 Çarşamba

Avazı çıktığı kadar susuyordu...

Adam ölmüş... kadın,donakalmış giden sevgilinin ardından. donakalmak, aynı bunun gibi birşey sanırım. Bağırıp sesini duyaramamak , kıpırdayamamak hatta, gözyaşlarının sesini duyacak kadar sessiz kalmak. Bu kadar acıtırmıydı gerçekten ölüm? Biraz önce ömürünün sonuna kadar hastalıkta ve sağlıkta , mutlulukta ve kederde onunla olacağıma söz veriyorum! diye bağırmıştı. Ömrünün sonuna kadar? İşte bu kadar! Biraz önce öldü ve bitti ömrüm...Salon ayağa kalkıp gözleri mutluluktan gözleri ışıldayarak alkışlamıştı uzun uzun. Mutluluktan... Ve tüm dünya ona baktı sanki ucu bucağı görünmeyen bir kederle.... Kimsenin umrunda değildi oysa.

Herkes dehşetle bakıyor biraz ve mutlaka acıyarak... İnsanın içinin acıması bu muydu? Koşarak çıkmak istedi sadece, o an bile ses çıkartmaktan korkarak ! Duymazdı ki zaten.Duysa da fark etmezdi artık. Gitti.... Islak gözlerle baktı uzun uzun etrafa. Zaman artık geçer miydi? Kime göre ve neden geçecekti ki? Bu kadar kolay mı gidilirdi bir insanın hayatından? "Ben ölsem bile.." demişti bir gece , "Ben ölsem bile sen hiç vazgeçme o gülüşünden!" Böyle başlanır mıydı bir cümleye? Hani ölüm hissettirir kendini yol arkadaşına derler ya, hissetti öleceğini ve onu ona emanet etti. Son günleri düşündü , ve ilk ... Onunla doğduğunu sandığı gün ve sonrası... Gözü okyanusu iyi ki doğmuştu işte. Sanki bütün ömrü o maviliklerde geçti varlığının serinliğiyle. Yelkenler fora, gözlerinde yaşanmış dalgalarla boğuşarak ,ağır aksak su sızdırarak zaman zaman yine de yol onunla güzeldi. Aslında kumsalların istenmeyen ne kadar kum tanesi varsa, önde gideniydi her tazyikli kararsızlığında ... Ama hiç bukadar gitmemişti ondan. Adam ölmüştü... Gizli bir özne olarak kaldı ömrünün bütün hatasız cümelelerinde... Ağzının mavi ıslaklığının uçurumunda rüyayla gerçeğin arasında ince ince iğnelerle gizli öznelerde tamlanıyordu adına... Avazı çıktığı kadar susuyordu artık. Ses çıkartmaktan korkarak...Kaybedecek ne kadı ki? Gider miydi? Gitti... Öldü hatta adam...

Biraz önce ömrümün sonuna kadar hastalıkta ve sağlıkta , mutlulukta ve kederde onunla olacağıma söz veriyorum! diye bağırmıştı adam... Salon ayağa kalkıp gözleri mutluluktan ışıldayarak alkışlamıştı uzun uzun. Mutluluktan... Farkında bile değildi o küçük yelkenlinin gözlerinin içine batan... Aşkla sarılmıştı yanındaki kadına... Ve aşkla çıkıp gitmişti ondan... Adam ölmüştü... Ve yeniden doğmuştu başka bir kadınla...

4 Ekim 2010 Pazartesi

Neydi adı? Can...

Sonra adam ölmüş... Adam ölünce tabi bizimki ne yapacağını şaşırmış. demin gülmüyor muydu bu? Küt diye ölünür mü be adam. Ulan bi hikayesi olur , kucağımda can çekişti , gözlerimin içine öyle bi baktı ki aklımdan çıkmıyor o hali diye üzülünür, ballandıra ballandıra çok acı çektiği anlatılır her bilene tanıyana duyana ilgilenmeyene ,herkese işte.Böyle sefa pezevenki gibi de ölünmez ki be adam!

Kime ne anlatıcak şimdi bu , osuruğa güldü  osuruk kadar aklı yoktu falan. ölmüşün arkasından da denmezki öyle şeyler. ev zaten kalk gidelim diyor. Nereye gidicen otur aşağı. Eskiden depozitoluydu bu şişeler , verirdin üçbeş yolluk sıkıştırırdı tonton. En son ne zaman temizlendi bu ev ya. Bi kız vardı neydi adı ? Can ... Can diye kız mı olur lan. Bıyıkları da vardı zaten. O bi temizlemişti bizim ayının sevdasına.Nerden baksan olmuştur bibuçuk sene.Hem buna sevdalanılır mı ya! Buna en fazla hallenilir. Olmadı yellenilir , o da ölür zaten. Osurdu diye öldü la adam. Osuruğa güldü işte. Bildiğin ilköğretim iki bebesi.

Neyse bu ev neyle temizlenir ya! İki helva falan kavururduk ne bileyim , mis gibin kokardı ev. b.k kokuyor resmen ortalık . Bulaşığa bak bulaşığa, bi de çok biliyormuş gibi patlıcan musakka yapalım dedi ya. Sen ne anlarsın ama yokkk , alışveriş yaptı bi de. Para basıyoruz ya. Git sömestirde ye di mi ananın evinde ama yokkk... İlla da becerebilirmiş. Tüp yok , tencere bile yok be evde. Hııı yaptı biz de afiyetle yedik. Bi şarap falan açtık yanına. Tövbe tövbe. O ne saçma sapan birşeydi ya.  Neyse öldü şimdi bu! arkasından konuşmamak lazım. Osuruğun peyitahtına öldü sarsak ! Bu ne şimdi. Çekilin gidin ayak altından ya! Al işte attan götten bi albüm daha Atilla Atasoy. bune be! Ölmedi mi bu adam? Tipe bak tipe. Hem sarışın , hem boyu uzun ama tipsiz. Al işte çürüdü bizimkinin de tezi :) Geçen iftar yemeğinde miydi neydi bu? Böle abidik gubidik sarkık bir kadınla "ada sahillerinde bekliyorum..." söylüyordu. senin beklediğin adanın ben... !!! Neyse şimdi bu herif öldü, ne düşünüyoruz ya! Böle oluyor ama , abidik gubidik şeyler geliyor insanın aklına ilk anda. Ayı gibi içti şerefsiz , üretim hattı gibi çalışıyodu herifin mesanesi. Allah bilir içten patladı . İşemeye gitti mi bu hayvan bugün.  Hayır anasını falan aramak lazım da kontör de yok ki. Kuruşa geçmiş de bilmem kim olmuş. Kuruşu öpücükle veriyolar sanki canına yandığını. Kafa mı güzel ,anlamadı mı bu dingil bilmem. Öldü dedi , ölmüş işte. Yoksa kalkardı heralde.

Kalkıp , Şekip abiyi çağırmak lazım şimdi. Kafa da kazan gibi. Ulan ağlamak bile ağlanmıyor. Bıçaklansaydı falan bari , osuruktan sebeplerle ölünür mü. gülesi geliyor insanın. Şekip abiyi alıp gelmeli.Bi ucundan tutsa bari. Eşek ölüsü gibi oldu bu. Bak ya tipe bak, sanki cennete gitti cenabet. Nasıl da mutlu mutlu bakıyor. 4 senedir bi insan bi kere mi efkarlanmaz arkadaş. Ulan öldün be. Ötesi mi var, pamuğu tıkayacaklar haberin yok. Şekipppp abiiii diye bağırmış bizim oğlan camdan aşağı.Öleceniz be evlat demiş en sonunda Şekip. Adama sayelerinde hisse veriler markadan. Öldük mü demeli şimdi. Öle mahallenin otasında da bağırılmaz ki.. Gel hele yukarı bi diyeceğim var dese , kim neylesin dediklerini... Neyse geldi işte, şoka girdi adam. Ne oldu dedi , ne demeli ben osurdum o da güldü , gülerken de öldü. Kalp krizi heralde abi , ben ders çalışıyordum bi baktım ölmüş falan diye gevelemiş. Adam bile ağladı be! Gözlerinden yaş geldi tontonumun. 4 senedir aynı çöplükte ötüyor bu dingiller de gülesi geliyor hala sarsağın.

Al işte derslere vermiş kendini, sorana ne demeli , annesine felç gelecek sanmışlardı ilk söylediklerinde. Edi nerde diye sordu işte hırbo , büdü de bu mu şimdi. Öldü dese nasıl morarır allah bilir. Susmalı...
Bundan sonra susmalı ve osurmamalı kimsenin yanında ,gazında ölüm var sarsağın, atmosfere salmalı…

3 Ekim 2010 Pazar

"Bi tas kaynar suya bakar"

Sonra işte , adam ölmüş , kadın tabi ne yapsın 2 çocuğuyla kalakalmış hayatın çilekeş yollarında. Önce çırpınmış o memleketten kalma ezbere anlamlı ağıtlarla  , sonra dank etmiş aklında film şeridi hayatlar. Hayattayken ne kadar anlam katıyordu ki bu adam dünyaya ... Daha yedisini okutmalı , göm , et... kim yıkayacak bu adamı taşının toprağının altın olduğunu sandığın bi tarafımın şehrinde diye düşünmüş. Müstahaktır ona topraktan geldin İlyas , de get toprağa demek istemiş sesli harflerle. Ne zaman bıçak konuluyordu bu ölünün üstüne .... Yıkadıktan sonra mı? "Bi tas kaynar suya bakar Sakine" diye pis pis sırıttığı geceler gelmiş aklına...Tövbe tövbe...Yedisi , kırkı , son zamanlar bir de elli ikisi çıktı. Hep masraf canına yandığımın bu yoklukta ölünür mü be adam diye sarılası gelmiş boğazına....

 
Kız zaten liseyi yeni bitirdi, oğlan desen liseye yeni geçti. canına yandığının şehrine iyi ki geldi kadın, köyde kalsaydı bunlardan en az 3 tane daha, çekilir mi ulan. Bunları da sokası var zaten çıktıkları yere.Borç bıraktı , harç bıraktı bi de iki sübyan. Neyleysin hatun , dönmüş köye.Ana yok , baba yan köyden birini almış koynuna. Başlığını verip , hakkıyla helaliyle bizim büyük kızla yaşıt. Kadın zaten arsalara göz dikmiş. Goncanın yukarısındaki o armutluk vardıya daha bi kere bi kova toplamışlığı yok. Kasalamaz, bağlamaz, hale göndermeye el sürmez , ama ,satıldı mı sultan alır kocasını iner şehre gözüne ne kestirdiyse...  Haspa babasının evinden geldiğinde kırkyama gibiydi eteği kim bilir kaç yıl giydi. Demişlerdi ama  bundan babana karı , köye avrat olur diye, vermediği kalmadı aşüftenin. Lafa gelince şehir yerinde ya en yolluysu sakineydi.Yolla da bak yola, konfeksiyondan arka avluya... Kızın üniversite hayalleri suya düşmüş tabi , olaydı Demirel okurdu zaten. Oğlanı vermişler şehirdeki yatılı liseye. Metin Milli ordan mezun olmuş. Forması da pelerin miydi neydi. Bulana kadar canına tohum dikildi.Oğlanı savmış artık bi kışa gelir bi de bahara. Kızı ne yapmalı. zaten abisinin yanında kalıyor. Yengesi lanet bi kadın.Bi kere görümcelik yapmış değil kadına, yok ama şehirde yaşadıya kıskanıyor belliki. Çocuklarına hala nedir öğretmemiş tembel, bi kere dokuzdan önce kalkmışlığıyok.  ahırı temizlemez, tezeği gübre eylemez. Çocuklara vermiş iki kova sarı yosmanın memelerini oyuncak etmişler. Doğurdu da doğurdu. Ömrü lohusa geçti zaten yosmanın.

Muhtarın karısı öleli bir sene olmuş. Adamın kulakları turnike olmuş , karı istiyor belli. Ne zaman yayladaki eve çıksa , yandan yandan süzüyor edepsiz. Ama anlamıyor kimse kıza mı yanık , sakineye mi? Nesibe çıtlatmış geçenlerde de anlamazdan gelmiş. üçbeş güne kalmaz dayanırlar kapıya,komediye de bak anam ikisini de süslerler şimdi hangisine kısmetse. Doğurdu , canını verir , anasıdır falan da bu kız da kime çekti bilmem anasına bakar , kızına sümüğünü atmazsın. Olacağı da o zaten, gelinle oturulmaz, babaya gitse süngüsü düşmüş kudurmuş, karı ıh dese kapıya koyar bunları. Muhtarda ilvanlı adam şimdi hakkını yemesin kimse (ilvanlım ilvanlım ilvanlım amman amman). İstanbul'a da yerleşmeyi düşünüyormuş .Kızı da gönderir belki üniversiteye. Açıkgörüşlü adam , okudu muhtar oldu koca köye. Amaaannn koca köye de bak Hoppala Keşan Malkara Paşam. Şimdi varsa bu adama, keser döner sap döner varır gene altın taşa toprağa....Sar başa....

***
İlk post senelerin ezberi , anlatırken iyiydi de , yazarken biraz derinleşti. Dil kurallarına uyulmaz ama illaki bağlaç olan "DE" ayrı yazılır. Gelişine okumak lazım  hızlı hızlı. Kaptır gelsin sevgili okur ...

Serdim postu , beklerim dostu :)