28 Eylül 2012 Cuma

Şapşalca sırıtarak baktığım adam öldü...

Sonra adam ölmüş... Ipıslak bir rüzgar yalamış yüzünü, gözlerinden hasret damlamış son son... Ancak o kadar dışavurabilmiş hayatı can havliyle... Yorgunca ölmüş adam, tüm humanizmini de yanına alarak.
"İnsan olmak yetmiyormuş demişti" en son, kadın sadece bu kısmına takılmıştı tüm söylenenlerin. Tuhaf olan, adamın bunu tam da ölmek üzere farketmesiydi...
İnsan olmaktan vaz mı geçmişti artık?
Geç miydi?
Şans mıydı?
Bir diğerimiz farkına varmadığımız sürece kıyaslanmayacak...

Sonra öldü adam, yeniden yaratılmanın umudunu taşırken... Adam öldü ve o gün de , tıpkı bugün gibiydi, yarın gibi , dün gibiydi. Adam da bilincindeydi günlerin sayılamayacağınının, kıyaslanmayacağının, soluklanmayacağının, soldurulmayacağının...

Öldü adam, yeniden doğacak ama...

Doğuma kadar uzun bir yolcuğa çıkacak, doğum iznine ayrılacak, belki de tercih etmediği sayısız yol arkadaşı edinecek, cep telefonlarını ve her hangi bir gezegenden ulaşılabilir olan çağrı cihazlarını kapatacak, kemerleri çözecek , yol boyunca dolunayın tamamlanmasını bekleyecek...

Adam öldü ve ben daha önce ölebilen ve yeniden doğabilen bir adama benzetiyorum onu... Bir elmanın 2 yarısı olmak mümkün değil, genetiğimiz değiştirilmedikçe demişti adam, ancak kendini tamamlandığında bir diğer elmaya yaklaşabilir olgunlukla dalda... Anlamak çok zamanımı almıştı, şimdi her turfanda ölen adam bu sözleri anımsatıyor bana...

Yolculuk muhtemelen uzun sürecek, defnedileceği güne kadar hepsini biriktirecek. Ardarda patlayan tüm donanmasını da yolculuğu boyunca varış noktalarına emanet ederek , bilmem kaç bin km/hız la koşarak yeniden doğacak adam...

Defnedilmesinden, yolculuktan ve doğacak hergünki günlere uyanmasına kadar uzanan sorular soracağım kendime... Sessizce suçlu hissedeceğim kendimi, yine gizlice özür dileyeceğim ya da hiç olmamış gibi davranacağım en bildiğim davranış biçimi gibi. Hangisiyle devam edebileceğim yol arkadaşlığına bilmiyorum yine...Kendime özneler yükleyeceğim, özneliklerime sıfatlar yüklesin isteyeceğim belki, belki hiç de dahil edilmeyeceğim bu uzun yola. Sessizce bekliyorum... Koşulsuz mutluluğa ulaşana kadar bekliyorum.

Adam öldü ve ben öylece duracak mıyım? kendimi suçlayıp, oyuna dahil mi olmalıyım yoksa uzaktan mı bakmalıyım yeniden doğana kadar. Doğumu mu müjdelemeliyim? Gerçekten yapabilir miyim? Hiç mi dahil edilmeyeceğim, hiç mi dahil olmayacağım? Bilmiyorum...

Adam öldü ve ben onun en istenmeyen tarafındaydım hayatının, şimdi bu istenmeyen ölüme sebebiyet mi verdim? Sormaya bile çekindim...

Bir lahana yaprağının üzerinde bir parazit miyim? kendi kendimi imha etmeyi beceremiyorum , gerekli zirai reçetelerle yok mu edilmeliyim?

Yanlış zamanlar yaşıyorum, yanlış düşüncelerle muhtemelen, şapşal bir gülümsemeyle baktığım adam öldü... Sessizce öldü ve hiç hissettirmedi can çekişmelerini. Bir gün "öldüm" diye inledi ve elimden hiç bir şey gelmiyor, çok mutluymuş gibi davranıyorum, mutlu insanlar bu gibi durumlarda ne söyler bilemiyorum. Hiç tanıdık gelmeyen yaşamlar hiç tanıdık gelmeyen sebeplerle bitiyor ... Bu durumlarda ne deniyor?

Bu ölümün ardından bir gün uyanacak adam... Bilmiyorum yanımda mı?

25 Eylül 2012 Salı

Ceee-eee yapanların ruhu şadolsun!

Bu ölüm öyle bildiklerinizden değil pek. Pamuğu tıkananlardan, üzerine helvalar kavurulanlardan, bıçak bırakılanlardan, ruhuna el-fatiha okunanlardan değil, azıcık sızlatanlardan bu, hayata ceee-eee yapanların hikayeleri...

Adlarını listeleyemediğim, alfabemizin her harfine ortalama 2 ismin denk geldiği "E" harfinde patlamalar olan...
Hani şu ne üdüğü belirsiz bir anda girerler ya hayatına, amaçsız, düşüncesiz, belli bir yaştan sonra "takıldık sadece" diye sınıflandırdıkların arasına giren ama günü yaşarken canını acıcık sızlatanlar... Kalıcı olarak gelmeyenler hayat(ın)a.

Öldüler di mi? Kim bilir nerelerde reenkarnasyona uğradılar, kimlerle ürediler, onlardan bir kaç tane JR. türetildi mi hücrelerini yenileyerek bıraktıklarından. Kuyruğu bırakıp kaç kadından kaçtılar? Kaçı hala gerçekten hayatta acaba?

Tüm ergen dönem boyunca biriktirdiğim günlük yapraklarında , öldüğü için sellerce ağladığım, bir daha asla olamayacağını düşündüğüm kaç binmilyonkuruş tane adam... İsimleri çağrışım yapmıyor üstelik artık, nasıl acınası haller bunlar, kimleri nasıl tüketmişim böyle farkına varmadan. İzdüşümlerinde fındık, yer fıstığı, ceviz yaprağı, -18 , kaplan tırnağı, at sineği diye tanımlanan...

Sonra adamlar ölmüş... Toplu bir cenaze töreni düzenlenmiş tüm bu insancıklara, yanan günlük yapraklarında. Olaylardan isimlere ulaşılmaya çalışılan anlarda "neydi onun adı ya?" diye düşünüp sarılmadan eski anılar atlasına, yakıp kül ettim hepsini. Hem de göz açıp kapayıncaya kadar, onların hayatıma uğradıkları her an kadar alevlendirdim isimsiz gelgitleri.

Benim ne güzel hatalarım var :)

Kimileri öğrenciydi daha, ya da doktordu , biri beyaz eşyacıydı, birinin internet kafesi vardı, biri askerdi, biri şöför, diğeri radyocu, kısmen tiyatrocu olan da vardı, kendi çapında müzikle uğraşan da... Sayısızdılar, ne kadar da çoktular, aslında hiç yoktular.

Uzunnnnn sahneleri olan 3 perdeli bir oyundu oynadığımız. Karşılıklı  "ömrümün sonuna kadar" lı tüm cümlelerin yarın katlolacağını bilerek masumca günü geçirdik diye hayıflanırken şimdi, hatılayabildiğim hepsi geçiyor önümden sesleriyle, cisimleriyle, katlettiği kilometrelerle... Ne gariptir varmadı hiçbiri gideceğim yere...

Bir hayır? Elbette vardır....

Hiç bir yaşamsal anı bırakmadan söndü hepsinin ocağı, hepsi ceee-eeee diyip göçtü...

Hepsi öldü ...
Ruhları şadolsun! En azından yakmadılar canımı yeni nesil takıldık dediklerim kadar!

20 Eylül 2012 Perşembe

Çoktandır Kimse Ölsün İstemediğimden Yazmadım...

Sonra adam ölmüş ve gömmüş olduğu, olgunlaştırdığı ceviz ağacının altına kendini. Başı köpük köpük bulut, içi dışı deniz, yaprakları elleri ... Kendi de gayet farkındaydı belki ve poliste ayıkmıştı duruma. Belli de olmazdı belki hortlayıverirdi bir karganın ağzındaki olgunlaşmamış ceviz kabuğundan, sorgulamadan...

Bütün yaz panjurları açık bir pencereden elinde çayı / kahvesi bir ceviz ağacına bakarak ölüm senaryoları yazan bir yazarın serzenişiyle, yıllar sonra ilk post için ilham verenlere adanmıştır bu ölüm.

Adam öldü ve farkında değild aslında bu yazın ne kadar da sıcak olduğunun, herkesten sıkılmıştı adam en çok da en yakınlarından. Bekledikçe değişmedi hiçbir düzen ki adı üzerindeydi, DÜZENliydi her şey. Düzüp düzüp geçiyordu hayat. Eski dostları aramalı diye not aldı yapılacaklar listesine ve tabi ki tipik bir yılbaşı kararı edasıyla çiziktirilen hiç bir cümle dikkate elınmadı. Hergün gördükleriyle her günkü muhabbetleri tekrarladı. - N'apıyorsun diye sorana - Duruyorum. , N'aber? diye sorana  - Normal diye cevap verecek kadar bezdi ama öleceğini bilemezdi.

Hımmm evet ömrünüzü son günü olsa geyiğine bağlayacağım!
Daha neler okuyucu! Zıvanadan çıkartmak niyetinde miyim secnce? Ne zaman bağlamak gibi derdim oldu ki ,bu sefer kasacağım sırf bir yazı daha oku diye.

Özeti budur arkadaşım, adam öldü, ceviz ağacının atına gömdük. Kırmızı bir tavşan dolandı üzerinde , ötesinde , berisinde , tavşana havuç verebilsin diye gübrelendi adam toprakta. Topraktan gelmekte ve aynen geri dönemkteydi herkesin antat kaldığı üzere.

Sıkıldım hepinizden! Yenilerden istiyorum, yeni yeni ölümlerden, farklı zihniyetlerden. Çatara çutura kavga kıyamet etmek istiyorum fikrini beyan edenle. Etmeyeni de yumruklamak istiyorum konuş diye. Adam öldü ne de olsa, ne önemi kaldı ki diye düşünenler için söylüyorum. Kavga yeni başlıyor daha.

Tek gündemi ölümken bir coğrafyanın, her sabah bir - bir kaç Mehmet'in ölümüyle uyanıyor, sabahında lanetlerle okurken akşamında futbol holiganlığı yapabiliyorken hepimiz, bu kadar meşrulaşan konular hakkında yazınca mı sıkıntı duyulabilirdi belki, sanmam... Rahatsız olan okumayıversindi.

Çoktandır kimse ölmediğinden değil, çoktandır kimse ölsün istemediğimden yazmadım. Şimdi onlar düşünsün....