13 Ekim 2010 Çarşamba

Yabancılaşmadan dinlemeli yolun susma biçimini ve öğrenmeli bütün fantazilerini

Sonra adam ölmüş... Uzun da bir yolculuk değildi halbusem. yola tatlı tatlı çıkmışlar başta ama herşey sellektörün suçu. Böyle şarkılarla türkülerle.. "ben o şelale saçlara.... ÖP ÖP ÖP ÖP Doyamadım..." falan diye kopmuşken tam da. "Sen yabancı değilsin"li cümleler başlamış sonra "aman efendim şu kız şöylşeymiş bu kız böyleymiş". anlamadı ki kimse; yabancı değilse, kimin hakkında ne fantazi kurduysan bilmek zorunda mı? Yerli, senin fantazilerinden çizgi roman  mı çizmeli aklından ama yooookkkk... İpin ucu kaçtımı bir kere geri dönülesi bir yol değil bu otoban... yabancılaştıktan sonra da çekilmiyor zaten. Nasıl geldi TK bilmem ne seferli çok büziniz bir kendini göstermişlik , devrin ibresini sona vardırmadan vites değiştirmeyen bir otoban yolculuğuna ya bu  da muamma. Muamma bir tatlı çeşidi diye mi keyifliydi ki bu arada kalmışlık.

Yol üstünde ne kadar durak varsa durulmalı, birinde LPG alınmalı , birinde masaj yapılmalı (üstelik bir koltuğa oturup , her okşamasına bir küfür ederek , para verildi diye o 1 lira'ya kıyamayarak, kalkılamayan) , her dakikasında ayrı bir espri potansiyeli olan yolları kavurmalı. Kavurmalı, bir patatesli yemek çeşitidir ki kendisine de yol üstünde raslandı , ama malum ya dokunulamadı... Yol üstü duraklarının en aranmışı değil miydi haşlanmış yumurta? böööyyyleee her pırtında ayrı melankolik kokuları bünyesinde barındıran ilkokul sıralarından bu yana hayatına kazınan... Yok bu öyle birşey değildi , bu tamam yol susma biçimi modundaydı. terete efemin bile çekmediği kaç otoban kaldıki yurdumun taşında bayırında ki yükseldikçe çınlıyor aklından geçen ve unutmaya çalıştığın tüm sesler. Rakım'dan mış... "Rakım..." Sen nasıl bir haltsın... Her türlü kelimeyi bölüp , türettikçe sana varılıyorsa bu kısıtlamada bir hata olmalı zira.

Cıvcıcıklı cuncur bir arayışla başladı herşey ve adam öldü... bunların hepsi bir hayalperest macera filmiydi. Üstelik bir kesim vardı ki bu filmi fantastik diye bile sınıflandırabilirdi beyazperdede. alalade bir filmdi işte. sanatsal kaygılar taşımayan ama illa ki sıkıcı ...Yanlış bir numara çevirdi kızın biri , biz kimiz diye sorguya düştük. Hepimiz mi yoksa bu kız hakikaten saygılı zamirler mi kullanıyordu? Bebeydi üstelik ama potansiyeldi , zira erkekler yaşlandıkça yaş farkını açıyorlarmış ilişkilerinin. Duygusala? Hayatta bağlamam ... Kopmuşken henüz ve katılıyorken aklına geldikçe ... Hiç olmaz, yakışmaz, ancak hemcins savunmasına geçebilirdim ki , o da abes düşerdi , yabancı değildim zira ...

Bir sellektör ışıldadı ve işte o an adam öldü bu seneryonun sonunda, Oysa daha girişecektik , gelişecektik  ama tünel  , yol rampa demeden bir kapışmadır aldı en kıranş sahneden. Hızlı ve öfkeli artık başrol , hiç romantik komedilere yakışmayan yüzüyle yakıştı zaten bu sıkıcı sanatsal olmayan filmin içine. Kahramanı anlatın demişti ya bir adam, sabuk bir sinema dersinde... Kahraman , azılıydı doğduğundan bu yana...Sinemanın dersi mi olur , gider seyredersin , forum sitelerindeki yorumları okur ve bi daha o yanındakiyle gittiğin hiçbir filmden hayır görmediğinden vazgeçersin ondan. ama her seferinde cennetimden bakarken saçmalığında selamlar verirsin FİN yazısının ardından. (Filmekimi dolayısıyla değildim sinema olayına. Zira gündemden kopuk bir blog olmak istemeyiz. Adam ölür ama biz , kalanları takip ederiz)

Adam öldü. Hava kararınca farkedebildiği uzunlar gerçeği öldürdü onu...Tüneller geçildi birbirlerinin önüne kırarak ve makaslar yapılarak kesildi günü ölümün ... Ve sebebi... Kilometrelerce sürdü de bu ebedi rekabet bir karın gurultusundaymış son nefesi. Nehir kenarında , öldüresiye yenildi içildi ve  son buldu rekabet , adam öldü. Yani heralde ölmüştür. Senaryoya göre öyleydi en azından. Aşınmış disklerin  ve balataların hatrına hiç olmazsa....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder