29 Kasım 2012 Perşembe

Gittikçe Ölüyorum...





Sonra kadın ölmüş...
Bebeği sağ olsun diye başlayan bir zorlu maratonun tüm yol üstü molalarını içine çeke çeke,
Çamlıca'da uydurma bir mezarlık setinde,
Kızılcahamam'da sigara içilmeyen bir otel odasının camında Ocak ayında titreye titreye ,
23 Nisan'da 1500 çocukla çocuk fikrinden soğuduğunda,
Strafor ve kurubuzun ne demek olduğunu anladığında,
dondurmayla bir hayat kurduğunda,
Temmuzun sıcağında İzmir'de sandaletleri eridiğinde,
Sabahın 4'ünde sahne için podyum aradığında,
3 günü Uludağ'da geçirip kar görmediğinde,
Elinde telsiz uykusuzluktan düşüp bayıldığında,
sabaha kadar bahçede çalışıp kendini İstanbul'un en keyifli kafesinde olduğuna inandırdığında,
bitmeyen toplantılarda,
asla tamamlanamayan toplantı notlarında,
Okan Bayülgen'den hayatının hakaretini işittiğinde,
aksiyon planlarında boğulduğunda,
keser döndüğünde, sap döndüğünde,
gün gelip adam öldüğünde,
onay beklerken uyuyakaldığında,
hiç hissetmedi de ölümü...

Giderken öldü işte...
Tüm bunların yanındaki güzellikleri de mezarına gömdüler mirası diye...

Ben giderken en çok,
durup dururken şarkılar patlatmayı,
Bir assolist edasıyla tefondan mikrofon yapıp kırıtmalarımızı,
üşenmeden helvalar kavurmayı,
her ay için Elle'e kapak olacak pozlar vermeyi,
asabiyetten çıldırıp çığlıklar savurduğumda kimsenin gıkının çıkmayacak kadar içime işlemiş insanları,
sevgi arsızlığımı, rahatca birinin beni kucaklamasını isteyerek gözünüze gözünüze bakmayı,
hiç çekinmeden sizden sıkıldım ulann! diye bağırmayı
selonun sakız çiğnemesini,
gamzenin mırıldanarak mail okumasını,
özgenin bi mail atıp gelmesini, ekleyeceklerimiz için aksiyon planını göndermesini,
ayçanın her gün bir şeye inanamamasını
tuğbanın döviz kurlarını
ebrunun bombişlerini
duygunun topuk tıkırtılarını
gizemin kro kro şarkılar dinlemesini
temel abinin sigara içerken farkında olmadan benimle halay çekmesini
tolganın bir twitter fenomeni olma azmini
ardanın soracak sorularını
gülşahın seni sevmiyorum dediğimdeki triplerini
ebru ve songülün bol ünlemli maillerini
nurdan ablanın bardaklarımı götürmediğim için bağırmasını
asiyenin noel anne edasıyla çöp poşetini sırtına vurmasını
merdoooo diye bağırmayı
sevginin proje kodlarını
turgutun pırays kardlarını
emrenin kelime oyunlarını
selinin asla kalkmadığı koltuğunu
ışılın Nihat Odabaşı misali Elle pozları verdirtmesini
koşup koşup soydana kocaman sarılmayı
ve anlatmaya günümün, sözümün yetmeyeceği bir sürü şeyi özlerim...

Ben geldiğimde hiç bu kadar kalıcı olacağımı düşünmemiştim, şimdi gitmenin bu kadar içime işleyeceğini hiç...
Uzun yıllar ikametkahım olmanın verdği evim, sonradan edindiğim ve seçerek ömrüme ait hissettiğim canım ailem, minnaklarım, sizi çok seviyorum...

Beni hep özleyin tamam mı? Ziyarete geldiğimde bi "aaaa hoşgeldin" diye çığlık atıp, sonra işinize dönmeyin, kimseyi yerime koymayın, her adım geçtiğinde biriniz arayın, mesaj atın... Sakın beni yalnız bırakmayın. Biliyorum bencilce, ama hangimiz değil ki, çok sevin ulan beni! Çok özleyin...
Çok seviyorum hepinizi, sizden gittiğim yok sadece biraz değişiklik lazım bünyeye. Değişip tokuşup aynı kalacağım... Söz... Çok özleyeceğim sizi, çokça sırnaşacağım yine :)

Kahvaltınıza dikkat edin, hergün zeytinli açmayla olmaz, proje kodlarını yanlış açmayın, gelen DO'ları unutmayın, ceviz ağacıma iyi bakın, arada Özge'yi dürtün, mübarek helva günlerini hatırlatın, yine yaparım, akşam üzeri bi sanat müziği açıp bağıra bağıra şarkılar söyleyin, toplantı odalarında sigara içmeyin, Bono'ya bir dil daha öğretin, depodan fazla malzeme gelirse benimkini de ayırın, arasıra bibirinize masaj yapın, kimseyi dürterek konuşmayın, yanyanayken bağırmayın, Soydan'a sigara verin, arada yolunuz evimin önünden geçerse seslenin, geçmezse geçirmeye çalışın, anahtarınız var, unutmayın...



Yerim,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder