30 Nisan 2014 Çarşamba

Bu sıralar...

ölünmüyor mu?
gizlice ölüyor herkes hala
ölüm kadar ensemde hayat
bir son nefesin derdine düştüm,
gelmesin diye öteliyorum
bu sıralar, sırlarıyla sessizce ölenlerdeyim…


3 Aralık 2013 Salı

Selvinin kökleri yer kaplamazmış toprakta!


Bugün blog fırtınasında görev, "gitmek isteyeceğiniz yer hakkında yazın"mış. Görevi alanımdan çok da uzaklaştırmadan yazayım istiyorum. Alanım? Ölmek…

Mesela kıyamete gidebiliriz bugün, ya da mezarlığa…
Kıyamet hakkında kutsal kitap meallerinden ve kendini bilmezlerin uydurduğu hurafelerden başka bir şey bilmiyoruz aslında... Üzerine anlatacak onlardan farklı hurafem de yok maalesef.

Oysa mezarlık çok yakından tanıdığım bir yer… Dünya üzerinde, evet bir tek mezarlığa gitmek isterdim şuan. Gidemiyor değilim, gidiyorum, çoğunluğun nasıl bir şey olduğunu merak etmediği yaşlardan önceden beri gidiyorum hatta… Ama hep gidemiyorum. Korktuğumdan değil, ölülerden korkmuyorum çok şükür. Kaldıramıyorum sanırım.

Mezarlıkta olmaktan genelde utanç duyuyorum. Çünkü ben ölümün bir çocuğun üzerinde yarattığı en baskın ve saçma duygunun utanmak olduğunu düşünüyorum. Ben hayatımda birilerinin ölmüş olmasından dolayı utanıyorum. Çünkü biliyorum saçma bulunuyor ama onları hayatımda tutacak kadar iyi olamadığım için utanıyorum. Beni gördüklerini hayal edip, layık olamadığmı düşünerek utanıyorum.

Benim bir mezarım olmuştu vakti zamanında. Benim için açılan. Anneciğimin yanıbaşında. Maalesef kıvrılamadım yanına. Bir gün olacak ama hangisi vuslat hangisi hasret karıştırıyorum artık.

Benim gittiğim mezarlıkta anıt var mesela. Bunu size nasıl anlatayım bilmiyorum ama etrafımdaki bir çok insanın yakınları da benimkilerle aynı zamanda vefat ettiği için, belki bir afet olduğu için, belki de sadece benim için… hepsinin adının yazdığı bir anıt var mezarlıkta.

Kocaman selvi ağaçları var mesela. Upuzun! Selvi mezarlık ağacıymış, kökleri çok az yer kapladığı için… Ben mezarlık dışında hiç selvi görmedim galiba. Ya da hiç dikkatimi çekmedi. Selvi ağacı ölüm demek bence. Güven demek, hasret demek hatta, hatta hatta ev demek. Nazım, vasiyetinde benim için bir çınar ağacı diksinler demiş! Bu hasrete izin vermemiş.

Sonra mezar taşları var. altında nasıl hikayeler yaşanıyor bilemiyoruz. Kabir azabı gerçekten var mı mesela? Olmasın Allahım lütfen! Bazılarının mezarı çok süslü, kocaman kaideler var, mermerden bir küçük anıt adeta. Hayatta kalanların içlerini ferahlatmak için yaptıklarını düşünüyorum.

Mezarlıklar bence hayatta kalanlar için bir teselli. İçerisinde ruhlarından arınmış bedenler çürümeye mahkum ediliyor aslında. İşte biz bunu kabullenmek istemiyoruz. Ruhlarını da hep yanımızda taşıyoruz. Yanımdan hiç ayrılmasınlar ama ben de utanmaktan vazgeçeyim istiyorum! Bende olmayanlar başka birinde varsa, ve o kişiden bahsediyorsa ben olmadıkları için utanç duymak yerine, karşımdakinin gözüne bakarak dinlemekten çekinmeyeyim istiyorum.

Mezarlıklara gidiyorum, elimde azıcık toprak, toprağı filizlendirecek kadar gözyaşı, bol bol hasret , sınırsız anı, unutmadan ve utanmadan, iç huzuruyla çıkmak istiyorum.

2 Aralık 2013 Pazartesi

YES BE ANNEM


Türk tarafı, KKTC'nin kapatılmasına, Rumlarla birleşmesine yüzde 65 evet derken… Rum tarafı, yüzde 75 hayır dedi. En muhteşem özeti, Ecevit'le birlikte Kıbrıs Barış Harekatı'na imza atan "mücahit" Erbakan yaptı. "Allah'a şükür… Kıbrıs, Rumlar sayesinde Yunan adası olmaktan kurtuldu" dedi!

Bu satırlar son günlerde altını çize çize okuduğum Yılmaz Özdil'in son kitabı Beraber Yürüdük Biz Bu Yollarda'nın tsadüfen seçtiğim bir sayfasından alıntı… AKP iktidarı boyunca olup biteni anlatıyor kitap, gazete arşivlerine gömülmüş gibi hissediyor insan!


Birebir tanıklık ettiğim enteresan bir süreç Kıbrıs referandumu. Annan Planı, "yes be annem"ler… Yıl 2004, Kuzey Kıbrıs'ta "yes be annem" mitingleri yapılıyor, Rum zulmünü unutamayan yaşlılar hayır'cı. Ülkenin önde gelen tüm birlikleri, gazetelere sanki bizim derdimiz tasamız bitmiş gibi evet oyu kullanın diye çarşaf çarşaf ilanlar veriyor. Ben ki siyasetten hiç anlamam, o kadar bariz ki; Türk devlet erkanı, VER KURTUL diye baskı yapıyor yavru vatan hükümetine fütursuzca.

 Sonra adam ölmüş…Adam ölünce öksüz kalmış bir yavru vatan. Rauf Denktaş'tan bahsediyorum. Her röportajında ve yakın tarih satırlarında denk geldiğim, sınırsız bir coşkuyla anlattığı Barış Harekatı'ndan sonra, "hata bizde biz çocuklarımıza bu toprakların nasıl ala boyandığını anlatamadık"demişti.


Tarih kitaplarında "Tpkapı Sarayı, İstanbul'dadır. bilmem kaç tane kapısı, bilmem kaç tane hremliği vardır" dışında arasanız iki kelam bulamayacağınız eğitimlerin yanısıra, kimsede çıkıp bize ne zulumler yaptılar demedi. Sessizce briç oynadı Gaziler kahvehanelerde. Ne acıdır ki "İngiliz sömürgesi olmaya razıyız, yeterki Türkler bizi rahat bıraksın" diye sağda solda büyük laflar eden gençler, meydanlarda mitingler yaptı. Zaten sevmedikleri Türklerden kutrulmak için ANnAN'dan bir teklif vardı. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri hadi dedi, harekattan önceki gibi birleşin. Denk geldikçe utanarak baktığım tüm yerel halk, bu referanduma "yes" dedi, Rumlar ise kararlılıkla "hayır!" . Yaşımın yettiği, en içimin yağlarını eriten reddediliş oldu bu.


Bir proje için gazilerden biriyle harekata ilişkin bir röportaj yapmıştım okuldayken. Adanın yarısı Kıbrıs Barış Harekatı Gazisi olmasına rağmen, kimseyi konuşmak için ikna edememiştim. "O günler geçti gitti, gonuşmam" diyen o kadar çokları vardı ki, biri beni bölücü olarak yaftaladı hatta. İçler acısı…


Biri kabul etti beni, yıkık dökük evinde kız kardeşiyle yaşayan dünya tatlısı bir amca. Adını balık hafızam nedeniyle hatırlayamıyorum.Affetsin! Çok yaşlıydı muhtemelen ölmüştür o da. Anlatacak kimsesi de yok üstelik. Harekatta annesi, babası, kardeşi, yengesi, dayısıi ailem, eşrafım diyebileceği kim varsa katledilmiş. Kız kardeşini küvette babasının kanının içinde tecabüz edip boğmaya çalışmışlar. Yazık! Cephede ölen bir silah arkadaşını anlatırken çaktı mavi gözlerinde yıldırımlar… "Kucağımda öldü dedi. Kucağımda… Başından vuruldu, ellerimle çıkan gözüne bastırabildim sadece. Su istedi bir yudum, bulup veremedim. Ellerimi gözünden çekemedim. Öldü… Hala her yudum suda gözümün önüne gelir." dedi.


Tabi tabi, YES BE ANNEM! Neredeyse 10 yıl sonra şimdi, ülkemizin başka bir bölgesinde, üstelik ana vatana dair topraklarını verip kurtulma ya da bunun üzerinden çıkarlarını sayma peşinde olanlara gelsin bu yazım! Ülkenin resmi kanalında hala Türkiye topraklarına ait olan ve kanla kazanılmış toprakları hayali ülke isimleriyle ananlara gelsin!

1 Aralık 2013 Pazar

HOŞGELDİN #minikkurbaga

Bir varmış bir yokmuş…

Ölüm ağıtları yakadururken ben, miniklere masallar anlatmayı unutmuşum diğer her şeyle. Ölenlerin de payı yok değil bu kısa süreli hafıza kayıplarımda ama… bir yeniden başlamak zamanı geldi yine…

Yepyeni masallar biriktirme zamanı şimdi, minik kurbağam için yenilenmeli!

Hayatımda en iyi bildiğim şey sanırım teyze olmak :) Bu konuda çok iyi olmalıyım ki, kendi adıma dünyaya bir canlı getirebilmeye cesaretim olmadığından belki, 3. kez teyze oldum ben :)



Elma şekerim, tosun paşam ve son olarak da minik kurbağam ailemize katıldı :)

Ablam benim, 2. annem. Hatta "ikinci hayatımın annesi" daha güzel bir tanım sanırım. Yeni yeni farkına vardığım değerleri, hayatımdan asla çıkaramayacağım halleri var. Tek başına benim o "evlat olsa sevilmez ergenlik dönemime" katlandığı için bile çok seviyorum onu!

İyi ki varsın ablaların en güzeli, dünyam, emanetim, emanet kaldığım, tek yoldaşım, tek başına dev ailem, iyi ki varsın !


ve hoşgeldin minik kurbağam :) eee kuyruğun nerede?








15 Kasım 2013 Cuma

BİRLİKTE HAYATA!



bilin ne oldu? inanaman!
Tayyareler havaalanına indi ve nabacayık diye düşünmeye kalmadan hepiciğimiz gezdirdik gendi gendimizi…

Kıprıs'a gittim yine :) Yıllar sonra…
Haftalar önce bir dost sofrasında “e hadi sen de katıl bize” dediler… Efes Pilsen Blues Festival için düştük yollara …


Kasımda Kıprıs başkadır… Güneşi, denizi, havası, suyu(kafiye olsun diye; adada su olmadığını, olanın da ne kadar berbat olduğunu neredeyse hepimiz biliyoruz), dokusu, eğlencesi, hepsi hepsi bambaşkaydı! Adaya adım atar atmaz benim dil ufaktan kaymalara başladı yine: "süt daasına döndün, nabacayık, işlemeyik aa buraşta!" Yamacımdaki dostlarda anlamaz bakışlar ama doğalından gülümselemelerle…

Kıprıs'a Efes Pilsen'in davetlisi olarak gidilir de limanda bira patates keyfi yapılmaz mı? Uzun uzun bir Pazar sohbeti eşliğinde, limandan kale manzaralı, buz gibi biralı keyif çatmacanın ardından yavaş yavaş tayyareleri inen dostlar da katılmaya başladı Kıprıs çıkartmamıza.

Denizin aheste ışıldadığı koylarda akşam demlemeri, uzun uzun memleket meseleleri yatırıldı sofraya… Biraz da aşk :) Yaşıyorsak işte bunların hepsi memleket ve aşk …

Eklene eklene çoğaldık, dört başı mamur ada insanı, e dağıtmaya da meyletti zaman, farkında olmadan çemberindeydik artık Akdeniz'in…

Hazırlanmak gerekirdi, uzun uzun hazırlanıldı akşamki Efes Pilsen Blues Festival konseri için:) Kolay değil, Joe Louis, Jimmy Burns, Katherine Davis gelmiş denizaşırı yollardan, üstelik Denizli'de başlayan yol hikayesi Antalya, Konya, Kayseri, Mersin, Adana, Hatay derken Kıbrıs'a kadar varmış… 
Kıbrıs'tan sonra yolculuk devam ediyor. Diyarbakır, Samsun, Eskişehir, Çanakkale, Edirne bunlardan sadece bir kaçı… Bu yıl tam 17 şehir. Yolunuz açık olsun bluescular :) Siz de mutlaka bir yerinden yakalayın! Program işte buraşta! :) 



Konser inanılmazdı. Özellikle Katherine Davis ve Jimmy Burns'un showuna hayran kaldım, yüzümde kocaman bir gülümseme… Ben bir blues severim sevgili okur, isim bilmeden, tarz sorgulamadan bu Amerikalı abilerin ablaların içlerinden geldiği gibi sahnede kendinden geçmelerine hayranım.



Bu yıl Blues Festival'in 24. yılı… Kolay değil neredeyse çeyrek asır! Festival, Efes Pilsen ile 23 senedir Türkiye'nin her yerine blues ruhu taşıdı, sanatçılar kadar, blues severleri izlemek de inanılmazdı. Türkiye’nin dört bir köşesine, 7 bölgesine blues tınıları, inanılmaz! (inanaman!)

Şimdi düzenlemeler, yasalar vs. demeyeceğim. Ama bunca yıllık emeğin yalnızca bira köpüğü olarak görülmesine ve sırf bu yüzden bu güzelim kültürel etkinliklere bir bir dur denmesine içim el vermiyor. Bu ülkede bunu yapan, buna cesaret eden, dağdaki çobanla benim blues dinlemem aynı şey mi demeden herkese aynı eğlenceyi sunan kaç marka daha vardı ki sanki…

Efes Pilsen, festivali bu yıl hepimizin çok iyi bildiği nedenlerden dolayı Pozitif'e devretti. Bense henüz oralara ulaşmayan kısıtlamaların keyfini sürerek bu yıl yalnızca Kıbrıs'ta destekledikleri Blues Festival'in buzzz gibi tadına vardım :) Şanslı azınlıktayım :)  

Ve özetle tüm Kıbrıs yolculuğum boyunca… Farkında olmadan hayatıma katılan bu içlerinin sıcacıklığı yüzlerine vurmuş dostlarıma, çocukken hayran olduğumuz servis şöförlerine, kan damlayan güllere, ezginin günlüğüne, ilkokul aşklarına, telefonu kadehe koyup eko yaptığımız müzikli sofralara, kalamarın ızgarasına, karidesin güvecine, Orhan Gencebay'a, Kıbrıs patatesine, sigaranın dumanına, senin olmaya geldim diye çaldığımız kapılara, sabahları olmayan gecelere, kimseye aldırış etmeden şarkıya bağıra bağıra eşlik etmeye, birarada olmaya, saksafon tınısına, saksafoncuya, beklenen tostlara, sönmeyen sigaralara, sınır kapılarına, sınırlandıramadıklarımıza, puf böreğine, süzme yoğurduna, domates sosuna, bira köpüğüne, dost sohbetlerine, hellim ızgaralara, yıldızlara, yakamozlara, 50lik biraları 30luk bardaklara sığdırmaya çalışmalara, aşklara, meşklere, denemelere, yanılmalara, memleket meselelerine, inadına birarada olmaya

BİRLİKTE HAYATA!


NOT: Kimse ölsün istemedim hiç...

6 Ekim 2013 Pazar

Nevbahar

Kıştan bozma, takvimsel olarak neticede bir bahar Pazarı sıkıcılığıyla başlayan günün yarına dair beklenmedik ne kadar buharlaşmış anı varsa hepsini bir bir sindiriyorum bilinçaltımda...

Baharın ilki sonu olur mu diye sormuşluğum vardı çocukken, sonra yerlerini karıştırmışlığım.Renklerin çok olduğu ilkbahar demişti öğretmenim duvardaki A3 boyutundaki park fotoğraflarını gösterirken. O zaman son'un renksiz ve tatsız olduğunu anlamıştım. Ölürken sararıyor her şey yapraklar gibi...

Lise dönemlerimde, hatırlamıyorum şimdi, bir şiir kitabının 3 satırlık bir şiirinde rastlamıştım "nevbahar" kelimesine. Hafızam hala sualtı hayvanı bulanıklığında, o 3 satırlık şiiri bile hatırlamıyorum şimdi, biraz da utanarak bu halden.

Nevbahar, bütün baharlardan güzeldi. Çoğuları ilk baharla özdeşleştirirdi de benim lügatımda başka bir anlam ifade etmeliydi. Ergen tutumlarımla çıktılıklar yapmalıydım neticede. Bence Nevbahar, herhangi bir zaman dilimine sıkıştırılmış mevsimsel bir geçiş değildi. Takvimsel hiç değildi hatta. Nevbahar bir his haliydi... Herkese başka zamanlarda gelen bir kelebek etkisi, kırpıntılı, şapşalca sırıtmalı, leylalaştıran bir ruh dönemi. Geçicidir ama sene-i devresi olmayandır nevbahar. Geliptir ve geçiştir aslında ama o nevbahar yaşanılanlar tüm ilk ve son baharlara yeterlidir.

O şiirin dizelerini hatırlamıyorum hala ama "bir bulut pembedir" diye tanımlamıştı sanırım. Google'da aramadım mı sanıyorsunuz, aradım ama ne kadarı basılıydı şiiririn ne kadar hayal ürünüydü emin değilim...

Bana yine sen lazımsın, her kimsen işte...
bana yine nevbaharlar lazım, mevsim normallerinin ötesinde, içim üşürken yanaklarımın yandığı...

29 Ağustos 2013 Perşembe

Tamamlanamayanlar/ Tamamlayamayanlar

Ne yaparsan yap olmuyor bazen...
Tamamlanmaya calistikca eksiliyor insan, yamali sevdalar diyorya unlu dusunur Tarkan bir sarkisinda, cidden onu ona oburunu digerine yamalayarak tam olmuyor hicbiri...
Bazi insanlar eksik baslliyor iste, olmuyor!
Herkesi kendi ozellikleriyle, kendi sifatiyla alamiyor hayatina, onu kardesi yerine, bunu annesi, oburunu babasi, sevgili yerine... Hep bir baskasi yerine oburu...
Ve tukeniyor aslinda o olmayan insanlar...
Tutunamiyorlar...




21 Ağustos 2013 Çarşamba

Ah bu şarkıların gözü kör olsun

Anlatmayi seviyorum galiba, ama yillardir ayni hikayeleri...
Bu aksam biraz efkarli ...
Bozcaada kale manzarali dalgalar vuruyor sirtimdan,
Her begendigim seyin adini unuturum eski huyumdur, garsonun t-shirtunden bakiyorum adina Cabalı Meyhane...
Muzeyyen Senar caliyor tinimini...
Ben unutmam gereken ne kadar ölümlü varsa hatirliyorum, hic kelime oyunu yapmak gelmiyor icimden ama yazmak da istiyorum bir taraftan...
Ben yazmaya baslarken hic kisir degildi bu konu, ölmek uzere olan o kadar fani, ölmüş o kadar ruh, kalan o kadar hikaye vardi ki halbuki...
Hizlica tuketiyorum,
Aylar once ölüme terkettigim insanlarin kim oldugunu bile hatirlamiyorum simdi okudugumda...
İma etmeyip dupeduz yazsaydim isimlerini , o zaman da manyak sanirlardi herhalde di mi?
Oyle dusunduklerine eminim halbuki :)

Biriktirdigim binlerce sinameki var, vakti zamaninda alfabetik fihlist gibiylerdi... Telefonlarin hafizalari cikti bozuldu mertlik...
Siliyorum arkadas, tutamiyorum aklimda ben...
'İyi bir sey olsa yanimda olurdu herhalde' de en dise dokunur bahanem

Kimseye bahsedemediklerim var bir de, yok anlatmayacagim tabi ki, kimseye anlatmayip google'in silinemez hafizasina kaziyacak degilim, o degilde binlerce guzel sevdim de en son sana vuruldum :)

Bir adam vardi, öldü ama ardindan hala guzel seyler zikrederim...
Benzemez kimse sana diye sarkilar soylerdi bana, elinde bir sifa vardi, dilinde de...
Simdi caliyor iste, bugun cok oldum diye dusunup kaydetmistim halbuki, calinca dayanamadim, ekledim de burayi da gonderecegim simdi...
Cok severdik bizi... Cok gulerdik!
Gulduren erkekleri mi severdim eskiden bilmem ama sacma sapan stand-up esprileriyle tavladi beni.

Kalamar geldi...

Tabi ki evlendi, kalamar degil hayir... Kalamar disi mi acaba? Ya da her iki cinsi de varsa ne turlu ciftlesir? Bakacagim buna dur!
Mart-agustos aylarinda ciftlesirlermis,

Benim huyumdur evlendirmeden birakmam:) konu donup dolasip evlilige geliyor degil mi? Biyolojik olarak da akrebe hazir degilim halbuki.
Ben adamlari oldurmeden evlendiririm , sonra usulca defnederim...

Baya coluklu cocuklu insanlar oldular olmuyor adeta bolunerek cogaliyorlar...

Gelin ciçeği, ölüm meleği :)

Uzun zamandir aklima takiliyor da sosyal gundemim nedeniyle ancak firsat buldum...
Cok once soylemistim etrafimdaki insanlar hizla evlenmekte kutsal birliktelige adim atmaktalar. Yalniz bu durum pek de oyle birliktelik hali naksetmiyor, birliktelik gelin ve damattan ziyade gelin ve esrafi icin hazirlanan bir oyun bahcesi adeta
Nasil mi?
Taktir edersiniz ki dugun gelin icin hazirlanmis bir solen, halbuki damat icin oyle mi?
Hadi siralayalim aklimiza gelenleri
- gelinlik
- gelin arabasi
- gelin hamami
- gelin kinasi
- gelin ayakkabisi
- gelin bohcasi
- gelin saci/ basi
 Daha uzar gider...
Damada ait bi damat tirasi bi de bekarliga veda vardi, onu da artik gelinler yapiyor :)

Simdi bi akli baki soylesin bu dugun kimin?

Her genc kizin gelinlikle kurdugu tum cocukluk hayalleri de kayinvalideler tarafindan cebren ve hile ile gaspedilirken bu dugun kadinlar arasinda bir camaat oyunu degil midir yani ?

Oldum olasi bir oda nikahina bakar hic cekemem der dururum ki uzun zamandir evlilik benim icin evi bastan duzmek anlami tasir, bu sebeple beni de heyecanlandirir yalan yok!

Ama bastan asagi kendi dokunuslarimin oldugu, her detayi dusundugum bir eglence/ dugun tertibi de yapaylastiriyor... Nikah sekerimi neden ben yapiyorum ya? Ya da masanin nasil duzenlenecegine, kimin kiminle oturacagina neden ben karar veriyorum? Psikopat ayrinlilar... ayrica da mesleki deformasyon... Ah bi de el opmesi var, en keyiflisi yalap salap yaslilara ozgu tukuruklu koku...
Dugun fotografi var mesela, yeterince dogalmis gibi yapian ama artik onun da yapay olmaya basladigi...

Yapmam, yapana mani olmam, kendimi ruhi mucerret gibi hissetmemin sebebi budur sevgili okuyucu, evlendirmedigim arkadas kalmadi :) yok yok yalnizliktan gem vurmayacagim...

Ama yapisal sikintilarim yok degil...
Sacim bozulur benim, topuklu giyemem, el opmem ceneme koyarim ukala geline cikar adim, oynamayi bilmem mendabura cikar, dogal cikamam fotograflarda muhtemelen bir kosede en dogal halimle tirnak yerken resmederim gelinlikli sikilgan halimi, bi de gidelimmm diye mizmizlanirim ki o aksam dul kalma ihtimalim yuksek...

Bana kalsa evlilik en cok balayidir, ah bi de ev duzmek...
Eee bu yazida kim öldü simdi?
Yeterince acik degil mi?
Tabikisi damat :)

Mutlu mutlu gunleriniz olsun cancagizlarim...




Lohusa şerbeti vs Un helvası

Hani gorunce şıp diye bilir ya ne menen bi herif oldugunu karsidaki cok cool insan... Ben hic olamadim oyle insanlardan! İki dakika konus sanirsin ki dunyayi yalamis yutmusum, oysa baya antartika akmasin kulahtan elime diye zoraki yaliyorum sahil yuruyuslerimde...
Lafa gelsen bi torba, diyorum ya sanirsin elimden gecmeyen tur kalmamis... Hep baskalarina ama, cok biliyorsun da bu ne yaman celiski boyle deseya biri de... Kimse de demiyor ki aga bu yalnizlik nedir?

Allahi var simdi, erol taslar olmadi hic hayatimda, bol bol adile nasitler, kismen hulisi kentmenler, bol bol aliye rona girdi ama:) kotu degil be aliye rona, hemen dedikodu moduna girmeyin... Hani boyle serttir falan ya, yanina yanasamazsin ama altin gibi bi kalbi vardir aslinda... Hep oyle insanlar oldu benim hayatimda, sevgi sozcukleri fisildayamamamin altinda yatanlar bundan hep!

Simarmayayim diye, sonra sonra simartmayayim diye... Yine de bu kadar simarabilmeyi kimseye borclu degilim ustelik, varin dusunun, ya da ne dusunceksiniz ya yormayin kendinizi

Aaaa bildiniz, yine konu yok, yine boyle mirin mirin sacmalayacagim... Hala kacma sansiniz yok uzgunum, an itibariyle ne sacmalayacagimi merak etmeye basladiniz bile...


Hic beklemedigim insanlardan hic beklemedigim sozler isitiyorum son gunlerde, hic ummadigim muhabbetler doguruyoruz birlikte, birlikte keyif dolu anlar yasiyoruz ( cok reklam kokuyor bu cumle)  sasiriyorum, paylasayim istedim...

Sanirsin ne yasasam paylastim bugune kadar, alakasi yok ben yapmadiklarimi paylasma derdindeyim daha ziyade, olmayan seyi paylasmak daha kolay geliyor, oluyormus gibi paylasan sizofrenik bir insandan daha fazlasini isteme gafletine dusmuyor kimse...

Sizinki gibi bir gun yasamiyorum bugun, bu satirlari yazarken ben, daha ziyade ruzgar canlari ucusuyor baska bir turlu armoniyle, ayyyyyyy allllahhhiiiiiimmmm coook mutluyummmm :)
Degilim degilim tamam hemen fesat yapma. Son gunlerin dublajindan en keyif aldigim cumlesi bu ondan seyediyorum...

Bir seyler indirdim sirtimdan, yenilerini yukluyorum, bu surecte kendimi timarliyorum yavas yavas, bastan baslamalar gunlerini kutluyorum sessiz bir festivalle, sakince dinliyorum pesi sira kesilmeyen bos cumlelerimi, hedefler koyuyor kendi kendime gonul hedeflerinde cuvalliyorum farkediyorum da ne kadar uzun zamandir ayni seyleri isteyip duruyorum...

Bir adam ölüyor bir digeri dogarken henuz, biz baya cenazeler kaldiriyoruz , lohusa serbetlerimize helvalari katik ediyoruz...
Selametle...